ÜÇ FİDAN: ERKEN “BÜYÜMÜŞ” ÇOCUKLAR!
Hayat ne çabuk geçiyor değil mi?
Bir takım üniformalı ya da koyu renk takım elbiseli, karanlık bakışlı heriflerin, ikisi henüz 25, biri 23 yaşındaki üç “gerçek” fidanın bu dünya üzerinde artık yaşamamaları için hüküm kurmalarının üzerinden 52 yıl geçmiş.
Onları, bir hıdrellez gününün ilk saatlerinde, hala Ankara Ulucanlar cezaevinde sergilenen “darağacında” ipe çektiler.
İdam edilsinler diye kurdukları hükmün içinde, bu ülkenin on binlerce işçisini, öğretmenini, öğretim üyesini, aydınını zindanlara dolduran halk ve insan düşmanlıkları vardı.
Bu hüküm, çok sonra “o günün şartları öyle gerektiriyordu” diyerek Meclis’te idamı onaylayan ellerine bahane bulmaya çalışanların, “kerameti kendinden menkul siyaset bilirliklerini!“ simgeliyordu.
Bu acımasız, kötü ve aşağılık hüküm, ikide bir halkın ülkeyi korusunlar diye emanet ettiği silahlarla darbe yapan ve vatanın kendilerinden ilk kurtarılması gerektiği sahte vatan kurtarıcılarının gerçek yüzlerini barındırıyordu.
Bu hüküm, askeri yargıda verilip, koca koca adamların yargı aşamasında ve 52 yıl önce ülkenin kurtuluş savaşını zafere ulaştıran Meclis’te onayladıkları bir “kara leke” olarak kaldı ve yarım yüz yılı aşkın zamandır unutulmadı.
Zamanın ana muhalefet partisinin ve anayasa mahkemesinin cılız engelleme denemeleri de aşılınca, çoktandır görevlendirilmiş olan cellat göreve çağrıldı ve rütbe- makam sahibi koca koca adamların huzurunda hüküm infaz edildi.
Geriye, üç “fidan” ın , Ulucanlar cezaevinin avlusunda o yaşını başını almış, kendini “vatansever” zanneden koca adamların suratına haykırdıkları, bugün hala geçerliliğini koruyan “hoş sedaları” kaldı gök kubbede:
“Biz şerefimizle bir kez ölüyoruz, siz şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Kahrolsun faşizm ve emperyalizm, yaşasın tam bağımsız Türkiye!”
***
Geçenlerde bir yazı okudum:
“Ergenlik yaşı 34’e çıktı” diyordu.
Düşündüm de, bu yazının alt metninde, gençlerin şımarıklık yaşının artık orta yaş sınırına dayandığı anlatılıyordu galiba.
Oysa bundan 55-56 yıl önce, 68 kuşağı diye tarihe geçen 17-18 yaş üstü üniversite öğrencileri, bütün dünyada o yaşta büyüyüp, anti-emperyalist, anti- faşist, adil bir dünya için sorumluluk almışlardı.
Örneğin ABD’nin Vietnam’da sürdürdüğü insanlık dışı saldırılarla dolu savaşa içtenlikle karşı çıkıyorlardı.
Örneğin, Filistin halkı kendi topraklarında devlet kuramasın diye emperyalist ülkelerin desteğiyle savaş çıkaran, katliamlar yapan İsrail’e karşı mücadele veriyorlardı.( Örneğin Deniz Gezmiş, kendi ülkesinde idam edilmeden birkaç yıl önce Filistin’de FKÖ saflarında işgalci İsrail’e karşı silahlı mücadeleye katılmıştı.)
Güney Amerika’nın “sömürge gibi” ülkelerindeki bağımsızlık mücadelelerini destekliyorlardı.
Gençliklerinin tüm enerji ve ateşiyle ve düşüncelerindeki tüm olgunlukla haksızlıklara, adaletsizliklere, faşizmlere, katliamlara karşı çıkıyorlar, gözlerini budaktan sakınmıyorlardı.
Yani, o dönemin mücadeleci öğrencileri, tertemiz yürekleri, tam bağımsızlık, adalet, demokrasi için mücadeleleriyle kendilerini cezalandırmaya kalkışan karanlık düşünceli koca heriflerden çok daha büyüktüler.
Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25, Hüseyin İnan 23 yaşındaydı.
Ancak temsil ettikleri ve içtenliğinden kimsenin kuşku duymadığı anti-emperyalist, anti faşist savaşımları onları olgunlaştırmış ve sanki yaşça da büyütmüştü.
Üç fidanı ülke ve dünya çapındaki tüm engelleme çabalarını görmezden gelerek idam edenler, muhtemelen bu insanlık dışı eylemin sonuçlarını hesaplayamamışlardı.
Örneğin aradan yarım asır da geçse, kendilerini torunlarının bile anmayacağını, insanların, her ölüm yıldönümlerinde sevgiyle bağrına basıp saygıyla anmak için üç fidanın mezarlarına akın edeceğini düşünmemişlerdi.
Gerçi o idamların üzerinden sekiz yıl geçtiğinde bir başka “katil cunta” darbe yapmış, bu kez idam edilen gençlerin sayısı 50’ye ulaşmıştı.
Üstelik, yasalar gereği reşit olmadığı için asılamaması gereken 17 yaşındaki Erdal Eren’in “kemik yaşı asılmasına uygun” raporu verilerek idam edilmesi, katillerin kimlikleri değişse de kişiliklerinin hiç değişmeyeceğini ortaya koymuştu.
Erdal Eren de aradan 44 yıl geçmesine rağmen her ölüm yol dönümünde mezarı başında anılıyor.
O’na “kemik yaşı büyük, idam edilebilir” diye rapor veren Hipokrat düşmanı “hekimlerin” kim oldukları belli değil.
Cellatları, mahkemede karar verenler unutuldu.
Deniz Gezmiş’leri astıran 12 Mart ile Erdal Eren ile onlarca genci astıran 12 Eylül yönetimlerinin başındaki askeri cuntaların üyeleri ise artlarında haksızlığa ve adaletsizliğe uğramış insanların cehennem dileklerini bırakarak çekip gittiler.
Öldüklerinde bir kısmını camiden uğurlamaya giden bile olmadı.
Galiba artık ölüm yıldönümlerinde falan mezarlarına da giden yok.
Coşkun KARTAL/Gazeteci
Coşkun KARTAL/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 6 Mayıs 2024