Kediname 15; Sokaktaki dostlar
4 Nisan, Dünya Sokak Hayvanları Günü idi. “Sokak hayvanı”, ne kadar iç burkan bir ifade. “Sokak kadını” gibi. Kimsesiz, güvencesiz, tehdit altında, kadersiz, şanssız…
Zaten eskiden beri çalışan kadın ve ev kadını tanımlamalarını yadırgarım. Bir işte çalışmayan kadın ev kadınıysa, bir işte çalışan, para kazanan kadın nasıl tanımlanabilir ki?
Tanım karmaşasını bir tarafa bırakalım, sokakta yaşamak gerçekten büyük mücadele gerektirir. Dişi pisicanlar birilerinin okşayıp sevmesi için kapılarda, orada burada beklerken, erkekler Tatar Ramazan gibi eyvallahsız ağır abi tavırlarıyla dolanırlar. Meşhur “Benim adım Tatar Ramazan, ben bu oyunu bozarım” repliğiyle bütünleşen mimikleriyle korku salarlar. Veya öyle olduklarını sanırlar. Resmen mimikleri var ve çok net. Cinsiyetçi yaklaşmamak gerekir belki ama sistem genelde böyle işliyor.
İnsanlar farkına varmasalar da bir kedinin tebaası olmayan bir imparatora dönüşmesi öyle kolay değil.
Fitili kim ateşler?
Bunca şiddet, güç savaşı korkudan kaynaklanır tabii ki. Engelliler, travestiler, azınlıklar iyi bilirler bu korkuyu.
Sokakta yaşayan bir kedinin ortalama ömrü bir buçuk yıl derler. Tabii yaşadığı bölgede hayvanseverlerin destekleri varsa süre uzayabilir. Örneğin benim açık büfe müdavimleri arasında Tako 12 yaşında, rekortmenler arasında. Siyah beyaz delişmen bir hatun. Kilitli değilse ispanyolet açma becerisine sahip. Yalnız içeri dalış yaptıktan sonra pencereyi kapatmadığı için mahallenin bıçkın kürklüleri de arkasından hızla giriyor. İçeride sürpriz parti. Ben kalbimi tutarken arsızların bir “O zaman reeeenk, daaaans…” diye bağırmadıkları kalıyor. Belki de bağırıyorlardır da ben “miyav” olarak duyuyorumdur.
Zorlu koşullar düşünülürse her pisicanın hayali bir eve kapağı atmak gibi gelebilir. Tabii biz bunu insan aklımızla düşünüyoruz. Dolayısıyla empati kurmak çok tuhaf oluyor. Evdeki gibi küçücük kuma işemek yerine dilediği yeri amele gibi kazmak, kızıştıkça toplu seks şenlikleri yapmak… tırnaklarını zorla kesen yok, hain veterinerin postu delen iğneleri yok. Küçük bir kağıt topla maymun gibi oynatılmak yok.
Aslında onlar da avlanıp beslenmeyi unuttular. Sokakta birilerine doğru yürüyüp “Abi memlekete gidicem, bi 20 lira versene… annem ameliyat oldu bana yiyecek alsana” der gibi miyavlıyorlar. Dilencilik de bir kedi hasleti olup çıktı.
Bu teatral aksiyonlar sokaktayken icra ettikleri. Eve alındıktan sora tavır değişiverir. Acı gerçek ortaya çıkar ki köpeklerin sahibi olursunuz, kedilerin kölesi.
İnsana msg yediren.
Bu arada, kedicikler için satılan kuru mamaların ciddi kemik erimesi yaptığını öğrendim. Gözlerini para hırsı bürümüş acımasız kuru mama üreticilerinden nefret ettim. Bir de konserve mamaların tutkuyla yenmesi için içlerine msg (monosodyum glutamat) eklenmesi korkunç. Eh, bizim et suyu tabletlere, cipslere, sosislere, meyva sularına, dondurmalara bu zararlı maddeyi insafsızca boca eden şerefsizler, hayvanların mamalarına haydi haydi koyarlar.
Sonuç olarak sokak kedisi beslemek gayet pratik aslında. Sokaktaki kediyle yarenlik edip imkanı ölçüsünde besleyen, kışın çok soğuk havada barınma kutusu yapan, içine eski bir giysi seren insan, yüreği güzel insandır.
Yalnız o kadar beslersiniz, o kürklü tatlı bela, hayırsız sevgili gibi arada kaybolur, arada gelir, başka kapılar edinir. Meşrebince yaşar. Doğasına ve fabrika ayarlarına karışmazsanız sevginiz saygınızın önüne geçmez, karşılıklı misler gibi geçinirsiniz.
Füsun ALTINOK
Önceki Yazı
Füsun ALTINOK
Füsun ALTINOK/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 6 Nisan 2024