BİR BAŞKA ÂLEMDİ BOĞAZİÇİ {3/Final} (Paşabahçeli Camcı Levent ile Yeniköylü Yazmacı Niki’nin Aşkı) {3/Final}
-Seni seviyorum Niki’m…Hem de evren kadar!
-Benim aşkımsın sen…İse i monadiki mu; monadikos erotas! (Sen benim bir tanemsin; tek aşkım!)
-Sen benim ilk ve tek sevgilimsin Niki…Hep seninle olmak istiyorum, sonsuza dek!
İki sevgili Boğaz’ın doğasının en görkemli görüntüsü olan bir mevkiinde birbirlerine kenetlendiler. Tek vücut oldular…Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmadılar bile…
***
İlk aylarda gençlerin aileleri ilerleyen bu arkadaşlıktan bayağı rahatsız oldular. Doğrusu o yıllarda Yeniköy’de Rum Ortodoks Cemaati ile Müslümanların yaşadığı mahallelerin çocukları arasında yakın arkadaşlıklar sürekli oluyordu. Gençler birbirlerini sever, yakınlaşırlar, ancak sonunda ailelerin baskılarıyla çocuklar birbirlerinden koparılırdı. Oysa kız alıp vermeler de Bizans’la Osmanlı’nın arasındaki komşuluk döneminden beri yaşanmaktaydı…
Aileleri ilişkilerini onaylayınca gençler de mahalleliler de rahatladılar. Artık Niki ile Levent nişan hazırlıklarına başladılar. Evlilikleri için Levent’in askerliğinin bitmesini bekleyeceklerdi. Yani önce nişanlanacaklar, ardından Levent askere gidecekti. Vatan borcu biter bitmez, olanakları elverdiğince büyük bir düğün şöleni yapacaklardı…
Levent ile Niki arasındaki bağlar her geçen gün daha güçleniyor, iki genç birbirlerine daha çok yaklaşıyorlardı. Bu güzel çifti her gören birbirine pek yakıştırıyordu.
Levent de Niki de her karşılaşmalarında birbirlerine sanki yeniden âşık oluyorlardı.
***
Gençler nişan tarihi olarak Eylül ayında bir gün saptamışlardı. Kendi zanaatlarında ulaştıkları konumu konuşurlardı baş başa sohbetlerinde. Levent sevgilisine fabrikada çalıştığı goble bölümünde cama verdiği şekilleri anlatır, ürettiği ayaklı kadehleri, bardakları, kavanozları, kâseleri gösterirdi. Niki de ona ürettikleri yazma yemenilerden en ince işlemeli, en nâdide bezemeli (desenli), en göz alıcı renklerdeki olanlardan örnekler gösterir, bunların boyalarını nasıl kardığını, el baskı kalıplarını tahtadan nasıl oyduğunu anlatırdı. Levent sıcak renkli camlarla, Niki rengârenk bezemeli yazmalarla harikalar yaratıyorlardı…
Nişan armağanları üzerinde de uzun uzun konuştular. Sanki önceden biliyorlarmış gibi ikisi de ortak bir düşüncede birleşti. Aldıkları karara göre, Niki Levent’e, Levent de Niki’ye bizzat kendi elleriyle ürettikleri, becerilerinin en güzel örneklerinden birer armağan hazırlayıp nişan gününden bir gün önce birbirlerine sunacaklardı. Artık çok rahatladılar. Bundan sonra “hodri meydan” dediler karşılıklı. Gülüştüler, şakalaştılar. Neşeli ve keyifliydiler. İkisinin de kendine güveni tamdı.
***
Atölyede hummalı bir çalışma dönemine girmişti Niki. Bir yandan gelen siparişlerin akışına göre çalışıyor, öte yandan da nişan hazırlıklarını yapıyordu. Babası Levent ile sözlenmesi ve nişan konusunda fazla konuşmuyordu. Annesi onun çeyizini hazırlarken direniyor, ağırdan alıyordu. Ne de olsa kızının bir Müslüman ile evlenmesine bir türlü razı olamıyor, bir yanılma payı bırakmak istiyordu. Öyle ya, bir bakarsınız Niki’si aynı Yani’yi terk ettiği gibi Levent’i de bir gün, bir nedenle bırakabilirdi. Ancak, her geçen gün Niki’nin ne kadar kararlı ve azimli bir şekilde nişan hazırlıklarını yaptığını görüyordu.
Niki, nişanlısı için iğne oyası iki adet bohça, gene üç adet iğne oyası mekik yazma damat havlusu, işlemeli bir yazma namaz seccadesi, gelecekteki kayınvalidesi için de iğne oyalı elişi iki adet yemeni yazma yapıyordu. Bu yaptığı yazmaları işyeri sahibinden özel izin alarak, en nâdide, en ince zevki yansıtan bezemelerin kalıplarını kullanarak üretmişti. Bu esereriyle zanaatının en üst noktasına geldiğine, ustalıkta zirveye ulaştığına inanıyordu.
***
Fabrikada çalıştığı tezgâhın ustabaşı Levent’in heyecanını ve coşkusunu görüyordu. Onu kendi öz evlâdı gibi severdi. Sevdiği kızla sözlenme ve nişan hazırlıklarında ona hoşgörüyle yaklaşarak destek oluyordu. Onun bazı ufak kaytarmalarına bu dönemin hatırına göz yumuyordu.
Levent bir sabah günlerdir, gecelerdir tasarladığı bir düşüncesini ustabaşıyla paylaştı: Sevgilisine nişan armağanı olarak çok özel bir çeşmi bülbül ürünü yapacaktı. O güne kadar hiç yapılmamış bir tasarımı Levent ilk kez kendisi üretmek, bunun bir örneğini de satın almak, dışarıya çıkarmak istiyordu. Bu “üç boyutlu bir kalp formunda, kırmızı renkli camdan bir çeşmi bülbül vazo” olacaktı. Gerçekten fabrikanın tarihinde o güne değin böyle bir çeşmi bülbül kalp şeklinde vazo hiç tasarlanmamış ve hiç üretilmemişti. Yepyeni bir ürün çıkaracaktı Paşabahçe Fabrikası.
Önce ustabaşı Obermayer, ardından goble imalat şefi Levent’e teşekkür ettiler, bu güzel tasarımı için onu kutladılar. Çok önemli bir şey daha bu vesileyle ortaya çıktı: Eğer Levent tasarladığı bu çeşmi bülbül vazoyu başarılı bir şekilde üretebilirse onu ustabaşılığa terfi ettireceklerdi…Bu müjdelerin en güzeli, ödüllerin en büyüğü olacaktı Levent için.
O gece hiç uyuyamadı. Sabah gün ışımadan fabrikaya gitti, takımlarını hazırladı, kırmızı renkli cam fırınındaki ergimiş maden hazırdı. Fıskacı ile birlikte uvranın önüne gitti, onun piposunu batırdıktan sonra ucuna aldığı eriyik, bal kıvamlı akkor halindeki camı inceledi. Fıskacıdan piposunu aldı, cam topunun yeterince soğumasını bekledi. Piposunu üflemeye, sağa sola hafifçe sallayıp döndürmeye, sonra tekrar üflemeye devam etti.
Bu şekilde biraz daha soğuyan, toplanmış camı, düzenli şekilde bir araya getirdiği renkli, ince cam çubukları önceden hazırladığı yeni kalıpta sol eliyle döndürdüğü cama sağ eliyle sokmaya başladı. Öte yandan üflemesini de sürdürdü. Böylece cam çubuklar eşit aralıklarla, düzgün bir şekilde cama yapışıyordu. Çok ince bir işlemdi, dikkatle, becerini kullanarak işlemleri sürdürdü.
Ürüne son şekli kalıp içinde verirken gereken döndürme işlemlerini büyük bir titizlikle yapıyordu. Ustabaşı ve diğer ustalar onun hünerlerini izliyordu. Bir sınavdan geçiyordu. Niki’sini düşündü. Sanki gizli bir el onun her hareketini yönetiyordu. İşleri rast gidiyordu.
Levent çeşmi bülbül tekniğini zaman içinde öğrenmiş, sürahi, şekerlik, kâse, tabak ve basit vazolar yapmıştı. Ama şu anda çalıştığı ürün fabrikada bir ilk olacaktı. Kalp şeklindeki vazo ortaya çıkıyordu. “Dönerek burulan” çizgiler, kalp formundaki vazoyu biçimlendiren Levent’in hünerini ve üslûbunu yansıtıyordu artık. İlk üründe bile başarılı olmuştu. İçini tarif edilemez bir sevinç kapladı.
Kendi özgün tasarımına uygun olarak hazırladığı özel takım ve kalıpla malzemeyle o gün birkaç tane daha çeşmi bülbül kalp şeklinde büyük vazo üretti. Her ürün bir öncekinden daha iyi çıkıyordu Levent’in usta ellerinden.
Ustabaşı imalat şefi ile birlikte alnındaki teri silen Levent’in yanına geldiler. Tezgâhın başında onu hararetli bir şekilde kutladılar, alnından öptüler. Ustalığa yükseltildiğini müjdelediler. Çeşmi bülbül kalp şeklinde kırmızı vazo örneği fabrikanın önündeki mağazanın vitrinine konuldu…
Levent sevinçten havalara uçuyordu. Sonunda amacına ulaşmış, güzel bir ürünün ilk üretimini başarmıştı. Niki’sine armağan olarak ayırdığı bir tanesini yönetimin izniyle indirimli bir bedelden satın aldı. Özel bir ambalaj kutusuna koydurdu, renkli selofan kağıdıyla paketi süsledi, kırmızı kurdelâ şeritle güzelce sarmaladı. Nişan armağanı artık sunulmaya hazırdı.
***
O Eylül akşamında Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece boyunca ertesi öğle üzeri vapurla Paşabahçe’den Yeniköy’ gidişini, Yeniköy İskelesi’nde Niki’siyle karşılaşacağı anı hayal ederek geçirdi. Onun aşkıyla ürettiği vazoyu ona armağan edeceği sırada Niki’nin neler söyleyeceğini merak ediyordu.
“Boğaz’ın gelini”, “Boğaz’ın efendisi” adlarıyla anılan lüferin av sezonu başlamıştı. Eski Boğazlılar lüfer’e hiçbir zaman “lüfer balığı” demezler, sadece “lüfer” derlerdi…Lüferin diğer balıklardan çok ayrı. Bambaşka bir yeri vardı özellikle akşamcı sofralarında…
Beykoz’dan Paşabahçe’ye değin koyda lüks lambalarını yakmış sandallar, tekneler denizin üstünü kaplamıştı. Bu görkemli manzarayı uzun uzun seyretti. Denizin üstü bir gelin alayını andırıyordu sıra sıra fenerlerle süslü bu donanmayla. Çok sevdiği lüfer avına şu günlerde çıkamıyordu Levent. Ama ileride Niki ile birlikte ava çıkabilirdi.
Bu düşüncelerle sonunda huzurlu, derin bir uykuya daldı.
***
Vapur Beykoz’dan kalkmış Yeniköy’e doğru yol alıyordu. Levent elindeki armağan kutusunu bir bebeği tutarcasına özenle kucağında kavramıştı. Yolculuğu sırasında
çevresine bakamadı. Müthiş heyecanlıydı. Yeniköy İskelesi’ne yaklaşırken en önde o çımacının yanında duruyordu. Çımacı halatı fırlatırken Levent halatların yanından sahanlıkta öne doğru ilerledi. Niki’sini iskelede bekleşen insanların arasında gördü. Bir an önce ona kavuşmak, elindeki armağanını vermek istiyordu.
Halat iskele babasında gıcırtılarla geriliyordu, vapurla iskele arasında az bir mesafe kalmıştı. Levent vapurdan iskeleye çevik bir hamleyle sıçradı…O da ne? Özenle hazırladığı o kutu havaya uçmuş, bir yay çizerek vapurla iskelenin arasındaki aralıkta bir yerde sıkışıp kalmıştı. Vapurun bordası iskeleye doğru giderek yakınlaşıyor, kutu içindeki çeşmi bülbül kalp vazodan çıtır çıtır sesler geliyordu. Onca emekleri boşa gitmişti. İskeleye yanaşan vapurun önünde öylesine donup kaldı…
Niki o anda olup bitenlerin farkında değildi. Yüzündeki o tatlı gülümseyişiyle sevgilisi Levent’e doğru koştu…İki sevgili birbirlerine sımsıkı sarıldılar…
Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 30 Aralık 2023