Coşkun KARTAL: DOLANDIRILMAKTAN DOLANDIRILMAYA FARK VAR !
İlk tanıdığımızda, henüz 17-18 yaşlarında topla harikalar yarattıklarını düşündüğümüzden, çok sevmiştik bu çocukları.
Ülkece yere göğe koyamamıştık.
Sevimli yüzleri , takım ayırmaksızın her futbolsever’e sempatik gelen çocuksu tavırları adeta hepimizi büyülemişti.
İleride çok büyük yıldızlar olarak dünya futbol piyasalarında görmeyi ummuştuk kendilerini.
İyi yetişmeleri , iyi eğitim görmeleri gerektiğini vurgulamış, onlarla gurur duymayı çok istemiştik.
Bu beklentilerimizi bir ölçüde yerine getirdiler de.
Dünya devi diye anılan Avrupa tanımlarına transfer oldular, oralarda forma şansı buldular, o takımların başarılarına katkıda bulundular.
Lakin gördük ki, futbol alanında ilerlerken, başarılar kazanırlarken, yaşça büyürlerken başlangıçta tanık olduğumuz sevimlilikleri, sempatik tavırları biz anlayamadan kayboldu.
Bir de baktık ki, para da kazanıp yükseldikçe bir başka haller olmuş bizimkilere.
O çocuksu sevimlilikleri gitmiş, sempatik tavırlar antipatik saldırganlığa dönüşmüş, kendilerine anlamsız bir güven gelmiş, herkese tepeden bakar olmuşlar. (En önemlisi, böyle yapmayı hak görmüşler kendilerine.)
Devletin zirvesiyle bir şekilde bağ kurmuşlar, siyasal hayranlık geliştirmişler. O zirveden gördükleri “sevgi” bunları öyle gururlandırmış ki , ülkenin çok önemli kararlar aldığı bir referandumda herkesi “evet” demeye çağıran videolar yayınlamaktan çekinmemişler. (Tabii anlaşılan kurdukları bu yakınlıkları lazım olduğunda kullanmak üzere bir kenarda tutmuşlar)
Bir yandan da zamanın ruhuna uygun olarak hacca ya da umreye gidip oraya uygun kıyafetlerle poz verip -faizin haram olduğu- islam dinine bağlı olduklarını ele güne göstermişler.
Lakin, şımarık, küstah tavırları kendilerini zamanında gönül tahtına oturtan hayranları başta olmak üzere çok sayıda taraftarlarının öfkesine hatta nefretine yol açmış.
Ne var ki hiç sevilmeyen kişiler haline gelmeleri önlerini kesmemiş; futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlüğe geçiş yapmışlar. (Tabii ki, gerekli şartları yerine getirdikten sonra bu en doğal haklarıdır.)
Şimdi, son günlerde yeniden gündemdeler.
Bu kez konu futbolla, futbolculuklarındaki şımarık tavırlarıyla, saldırganlıklarıyla, sevimsizlikleriyle falan ilgili değil.
Doğru ya da yanlış, imparator denilen ve kendilerini yetiştiren eski teknik direktörlerinin adını taşıyan bir fona başka arkadaşlarıyla birlikte milyonlarca dolar yatırmışlar.
Onları bu fona yönlendiren banka müdiresi, bu sayede Türkiye’deki tüm faiz oranlarının kat be kat üstünde kazanç sağlayacaklarını söylemiş, ancak bu paraları “elden” yatırmalarını ve gizli fon olduğu için kimseye söylememelerini istemiş.
İnanmışlar!
Milyon dolarlar nasıl taşındıysa “elden” müdire hanıma teslim edilmiş. Durum bankaya iletilince banka teftiş kurulu raporu, “haberimiz yok, ortalama zeka sahibi bir insan bile bu parayı vermez” diye bunlarla resmen alay eden bir cevap vermiş.
Ve paraların küçük bir kısmı geri verilirken önemli kısmı ortadan kaybolmuş!
Sonrasını herkes biliyor.
Önce manevi yakınlık duydukları devletin zirvesine ulaşmışlar. Kendisi iki kafadarın derdini dinleyip “bakayım” diye yanıt vermiş. Banka saraydan aranıp durumun o bakımdan çözümü olmadığı anlaşılmış. Dava açılmış.
Şimdi dava sürüyor.
Bu süreçte, müştekilere o kadar parayı nereden nasıl elde ettiklerinin yanı sıra, bu güne kadar nasıl değerlendirdikleri ve hangi bankalardan çekip “ellerinde” birleştirdikleri sorulacak mı bilmiyoruz.
Zira, geçerli bir belge olmadan bir şahsın bir başka şahsa çantalar ya da valizler dolusu dolar aktarmasını dizi filmde görseniz hayra yorulacak bir durum değildir.
Dava sonunda haklı mı bulunacaklar, yoksa çok kazanalım derken başka suçlara yataklık mı yaptıkları ortaya çıkacak, şimdiden bilmemiz mümkün değil.
Ancak, dava ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, hatta isterse yapılanlar yasal(!) kabul edilsin, etik dışı durumlar insanların vicdanını zorluyor.
Öncelikle, birilerinin, fütursuzca devletin faiz kurallarını yüksek kazanç elde edecek şekilde ihlal etmeleri söz konusu.
Bu arada, iki eski futbolcunun dolandırıcı olduğu iddia edilen kadına verdikleri paraları “döve döve” fazlasıyla geri aldıkları da biliniyor.
Soru şu : Bu iş ortaya çıkmayıp saadet zinciri devam etse , hiçbir haksız kazanç elde edilmemiş, hiçbir yasa ya da kural dışı işlem yapılmamış gibi , bu ülkenin zamanında kendilerine büyük değer vermiş insanlarının yüzüne nasıl bakacaklardı?
Bir başka konu, başlangıçta bu olayların göbeğinde görüldüğü halde şimdi “ben bir şey kaybetmedim” diyen, dolandırıcılık fonuna adı verilen “büyük hoca” ile ilgili.
Hocanın adı iddianamede geçmiyor, kendisi pek suçlanmıyor, ancak “tarihin en büyük hukuk mücadelesini başlatacağım” diyor.
Neye karşı, kime karşı başlatacağı belli değil.
Doğrusu olay kontrolden çıkmış görünüyor.
Mesele salt bir dolandırıcılık hadisesinden ziyade, çok yönlü yasa dışı hareketlerin söz konusu olduğu bir ilişkiler yumağına dönüşmüş durumda.
* *. *
Bazıları bu büyük skandalı Sülün Osman’ın Galata kulesini ya da Galata köprüsünü saf vatandaşlara satmasıyla karşılaştırıyor, buradaki “müştekileri ” kuleyi ya köprüyü satın alan enayilere benzetiyor.
Bence hiç ilgisi yok.
Sülün Osman’dan kule ya da köprüyü satın aldığını zanneden “safların” aklında en azından yasa dışı bir eylem yapma düşüncesi yoktu.
Kurallara ve yasalara uygun şekilde ama ucuza bu yapıları satın alıp, oralardan yine “yasal yollarla” kazanç sağlamayı umuyorlardı.
Sonuçta yakalanan dolandırıcı yargılandı,hüküm giydi. Dolandırılanlar için bir yasal takibat söz konusu olmadı.
Milyon dolar dolandırıcılığı davası “müştekilerinin ise yasal getiri kaynaklarının çok üzerinde haksız kazanç sağlamaya çalışarak “ yaşa dışı bir işi” bile bile yapmaya çalışıp çalışmadıkları er geç anlaşılacak.
Tabii yasal takibatla karşı karşıya kalıp kalmayacakları da.
Coşkun KARTAL/Gazeteci
Coşkun KARTAL/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 2 Aralık 2023