Ozan ÇAKMAKOĞLU/ Yazar/ SÖYLEŞİ
‘Yazmasaydım çıldıracaktım” gibi bir şey söylemeyeceğim ama “anlatmasam çıldırırım”
‘Organik Cinayetler’ kitabı ile kısa bir süre önce okuyucuyla buluşan yazar Ozan Çakmakoğlu ile yazarlık serüveni, doğaya bakışı ve yeni projeleri üzerine röportaj gerçekleştirdik. İyi okumalar.
Öncelikle sizi kendi kelimelerinizle kısaca tanıyabilir miyiz?
✍️Tabii. 1977 yılında İzmir’de doğdum. Uzun yıllar web yazılımı ve bilgi işlem sektörlerinde çalıştım. Bu arada bir arkadaşım ile İzmir’in ilk korku evini ve ardından kardeşim, müzisyen Emre Çakmakoğlu ile İzmir’in ilk korku temalı barını açıp işlettik. Amatör olarak fırsat buldukça okçulukla uğraşıyorum. Ayrıca kemikleri kullanarak dekoratif objeler ve heykeller yaptığım küçük bir atölyem var. Okumaya pek çok kişi gibi küçük yaşlarda başladım. İlgi alanım zaman içinde korku, gerilim ve fantastik öğeler içeren eserlere doğru yöneldi. İster istemez kendimi daha çok bu tarz eserlerle besledim sanıyorum. Bunun dışında eşimle her fırsatta uzun yurt dışı seyahatlerine çıkmaya, dünyayı gezmeye bayılıyorum.
İlk kitabınızdan önce yazma çalışmalarınız var mıydı? Yine öykü müydü yazdıklarınız yoksa edebiyatın farklı alanlarında da çalışmalarınız var mı?
✍️Çoğunlukla öykü yazıyorum, daha önce tamamladığım iki roman denemesi de var ancak onları yeniden ele alıp, enine boyuna işlemem gerek sanırım. Aslında uzun zamandır yazıyordum. Organik Cinayetler belli bir tema içerdiği için, bu temaya uygun öyküler kurguladım ve bir kitap dosyası haline getirdim. Diğer öykülerim de dağınık bir şekilde onları toparlamamı bekliyorlar.
Siz hangi tür kitaplar okumayı seversiniz ve kimleri okursunuz?
✍️Aslında hikâyenin beni içine çektiği her türlü eseri keyifle okuyorum. Yine de en çok karanlık ya da fantastik öğelerle harmanlanmış öykülere yöneldiğimi söyleyebilirim. Durum böyle olunca da yıllardır dönüp dönüp sayısız kez okuduğum Tolkien ve Stephen King en çok okuduğum yazarlar haline geliyorlar. Elbette Lovecraft, Poe gibi öncü klasikler de vazgeçilmez. Yerli korku ve gizem yazımı da oldukça hareketli, elimden geldiğince okumaya çalışıyorum. Bu arada elektronik ve sesli kitap teknolojilerine de çok düşkünüm. Özellikle atölyede çalışırken sesli kitap dinlemek benim için bir rutin.
İlk kitabınız ‘Organik Cinayetler’ kısa bir süre önce okuyucuyla buluştu. Korku/gerilim türündeki kitabınızı türün meraklılarına öneririm. Kitabınızı yazmaya nasıl karar verdiniz?
✍️Kitabın ana teması, pandemi zamanında kırlık bir alandan geçerken aklıma geldi. Eşimle, yaban hayatı hakkında toplumda yerleşmiş yanlış kanılardan söz ediyorduk. Hep şirin, hep özgürlük, yardımseverlik ve mutluluk temasıyla sohbetlere konu olan yaban hayvanlarının ne kadar zor bir yaşam mücadelesi içinde olduğunu anlatacak ancak didaktik olmayacak öyküler yazmanın keyifli olabileceğini düşündüm. Böylece bu tema üzerine yazmaya başladım.
Kitabınız yaban hayvanlarının alışılmadık günlük yaşamlarından ilham alan öykülerden oluşuyor. Fakat öykülerinizdeki kahramanlar hayvanlar değil insanlar. Neden böyle bir yola başvurdunuz?
✍️Söylediğim gibi, insanların artık yabancılaştıkları doğayı romantik bir bakış açısıyla ele almaları bana tedirgin edici geliyor. Doğayı sevmemiz için onun cicili bicili olması ya da yaban hayvanlarının insan dünyasında hoş karşılanacak özellikleri olması gerekmiyor. Olduğu gibi tanımamız yeterli aslında. Bu nedenle söz gelimi “keşke bir kuş olsaydım, özgürce göklerde uçsaydım” gibi düşüncelere kapılan insanlara, hem tabiri caizse “o işlerin öyle olmadığını”, büyük ya da küçük bir kuşun göklerde uçabilmesinin akla gelmeyecek bedeller gerektirdiğini anlatmak; hem de okuması keyifli öyküler sunmak istedim. Bunun en iyi yolu da hayvanların başına gelenleri, insanlara yaşatmak diye düşündüm. Böylece ortaya Organik Cinayetler çıktı.
İlk kitabınızı yayınlandığında ve kitabınızı ilk elinize aldığınızda neler hissettiniz diye sormak istiyorum ve sonrasında ilave edeyim: Yazmak nasıl bir deneyimdi? Hayatınızın neresinde konumluyorsunuz yazmayı?
✍️Dosyamın bir yayınevi tarafından kabul edilmesi yaklaşık üç yıl sürdü. Sonrasında ise her şey çok hızlı gelişti. Kitabımı teslim aldığım an ise gerçekten benim için çok özel. Üstelik taşındığımız yeni evde, yeni kütüphanemizin montajını yaptığımız gün elime geçti ve çalışma odamdaki sıfır kilometre bir kütüphanedeki onca sevdiğim kitabın arasına kendi kitabımı yerleştirmek de çok başka bir duyguydu. Bunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum açıkçası.
Yazmak konusuna gelince, yazma çabasını hem çok yoğun bir düşünceler silsilesi içinde beni günlük yaşamdan kopardığı için keyifli, hem de yaratmanın lezzetini verdiği için vazgeçilmez buluyorum. “Yazmasaydım çıldıracaktım” gibi bir şey söylemeyeceğim ama “anlatmasam çıldırırım” daha uygun sanırım benim için. Keyifli sohbetler sırasında insanlara yaşanmış hikayeler anlatıyorum; keyifli zamanlar geçirmek için de kurgulanmış öyküler okuyor ve yazıyorum diyebilirim.
Yazmak dışında profesyonel bir işiniz de var bildiğim kadarıyla, sanatın çok alanında karşılaştığımız bir durum artık bu. Sanat sizce bir meslek midir, olmalı mıdır? Sanatı ve alanınız yazmayı-yazarlığı nerede konumlandırıyorsunuz?
✍️Bu sorunun yanıtı sanırım sanatçıya göre değişebilir. Kendim için konuşacak olursam, kendime ne kadar vakit ayırabiliyorsam, yazmaya ve okumaya da buna paralel olarak vakit ayırabiliyorum. Dolayısıyla yazıdan ödün verip, işime zaman ayırmaktansa tam tersi benim tercihim olurdu. Yalnızca sanatı ile geçimini sağlama fikri ise oldukça çekici ancak bunun için sanatçının kendi yetkinliklerini ayrı tutsak bile, içinde şans payı da olmak üzere çok fazla unsurun bir araya gelmesi gerekli sanırım. Uzak ama keyifli bir düş gibi açıkçası.
Doğal hayvan ölümleri sonucu ortaya çıkan, doğadan topladığınız kalıntılardan heykeller ve dekoratif objeler yaptığı bir atölyeniz var değil mi? Bu çalışmalarınızı sergilemek gibi bir düşünceniz var mı?
✍️Bu çalışmaya ve bakış açısına “vulture culture” yani “akbaba kültürü” deniyor ve ülkemizde olmasa da aslında dünyada oldukça yaygın. Sadece akbaba kültürü temalı fuarlar ve sergiler düzenleniyor pek çok yerde. Bir sergi açmak her zaman aklımın köşesinde ancak bunun doğayla bütünleşik, ekolojik bir faaliyet olduğunu, doğayı okumayı, yaban hayvanlarını tanımayı ve daha birçok altyapı gerektirdiğini insanlara anlatamadığımız sürece, bu anlayış çerçevesinde yapılacak faaliyetler olumsuz bir bakış açısıyla yargılanacaktır diye düşünüyorum. Bu nedenle akbaba kültürünü anlatmaya çalıştığım akbabablog.net adında bir blogum var. Belki zaman içinde bir sergi açmaya da cesaret edebilirim. Sergisini kullandırmaya cesaret edecek birini bulursam elbette.
Yeni kitap yazma konusunda çalışmalarınız var mı? Soruya ilave edeyim. Yeni projelerinizden de bahseder misiniz?
✍️Yeni bir kitaba başladım. Bu sefer bir novella ya da bir roman olacak gibi görünüyor. Aynı zamanda çocuklara yönelik korku öyküleri de yazmak istiyorum ve bu alanda da karalamalar yapıyorum. İkisi de benim için şu aşamada çok önemli ve aslında iki alanda da hedeflediğimin gerisindeyim. Kısa zaman içinde çalışmalarımı daha disiplinli ve daha yoğun bir şekilde hızlandırmayı umuyorum.
Klasik sorularımdan biridir. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapardınız?
✍️Bu konuda sanırım dünyanın gidişatıyla ilgili bir değişiklik yapmaktansa bencilce davranmayı seçeceğim. Açıkçası dünya bir şekilde dönüyor. Onu değiştirmeye çalışmak, kendimi fazla önemsemek olur gibi hissediyorum. Bu nedenle sihirli bir değneğim olsaydı, tüm hayvanlarla iletişim kurabilmeyi isterdim. Böylece yaşadığım bu kısa hayat gerçekten de her saniyesine değecek perisel keyiflerle ve anlayışla dolardı diye düşünüyorum.