KENTİN YENİ ZAMANDAKİ RUHU: DİYARBAKIR İZLENİMLERİ
“düşer gözlerine bazalt geceler
sokaklar, camiler, burçlar
yarasını bir sır gibi saklayan insanlar”
Kadim bir kent Diyarbakır. Ben ilk 1980 Nisan Ayı’nda gitmiştim. Ama o gidişte 8 yıl kalmıştım. Çünkü TRT’de muhabir olarak atanmıştım. Hayatımın değiştiği bir kent oldu Diyarbakır. Evlendim, çocuklarım oldu, bir sürü insan tanıdım. Yaşanılan olaylarla bakış açım değişti, kendimi geliştirme değiştirme fırsatı buldum. Üstelik göreve başladıktan 5 ay sonra 12 Eylül 1980 darbesi oldu. O beş ay TRT’de daha özerk bir yayın yapıldığına tanık oldum. Sonra sıkıyönetim, olağanüstü hâl gibi uygulamalara tanık oldum. 1988 yılında yine Nisan Ayı’nda Diyarbakır’dan ayrıldım. Bu kez tek değildim. Zaman zaman 1990’larda birkaç kez kente gittiğim oldu. Hatta en son 2020’de gitmiştim. Ama o zamanlar kapsamlı bir karşılaştırmayı yazacak bir yer yoktu.
O zamanlar kentin bir ruhu vardı.
İnsanların çoğu değilse de esnaf birbirini tanır, selamlaşırdı. Ofisten Dağkapı’ya yürümek 20 dakika bile değildi. Minibüsler çalışırdı ama ben ve İbrahim (Saraçoğlu) yürümeyi tercih ederdik. Gittiğimiz yerlerde esnafla sohbet ederdik. Küçük kentlerde yüz yüze ilişkilerin yanı sıra birincil ilişkiler (kan bağına dayalı) belirleyicidir. O dönem en çok duyduğum söz “Başım Gözüm Üstüne”ydi. Sıcak bir sesleniş. İstenilen şeyin yerine getirileceğini, karşısındakine verilen önemi gösteren bir söz. Bu söz, kayyum yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin sloganı olmuş.
Unutulmasın ki Diyarbakır 1993’ten bu yana yani 30 yıldır büyükşehir belediyesi statüsünde. Kentte kayyumlu yönetime alışıldığını söylemek zor. Bir idari tasarruf olarak kayyum uygulaması yerel yönetimlerde halkın iradesine ipotek koymak olarak görülüyor. Kayyumun yaptığı duraklar, kaldırımlar, bilgi evleri gibi hizmetler var. Bölge halkı kayyum yerine Belediye Meclisi’nde en çok oyu alan partinin temsilcisinin yine Belediye Meclisi’nde yapılacak seçimle işbaşına gelmesinden yana. Bu konunun yerel seçimlerde siyasal iktidar ile “Kürt siyasi hareketi” arasında en çok konuşulacak konunun olacağını söylemek kehanette bulunmak anlamına gelmez. Belki de siyasi iktidarın Batıdaki illerde “Kürt siyasi hareketinin” aday çıkarması durumunda kayyum uygulamasından vazgeçeceği dillendiriliyor.
Nüfus 2022 verilerine göre son 15 yılda yüzde 23 oranında artarak 1 milyon 804 bin 880’e yükselmiş. Deprem sonrası nüfusun 2 milyon 800 bine ulaştığı ifade edildi. Halen merkezdeki üç ilçenin (Yenişehir, Bağlar, Kayapınar) nüfusu toplam nüfusu 2022 yılı verilerine göre 1 milyon 46 bine yakın. Nüfusun yaklaşık yüzde 46’sı 30 yaşın altında ve genç. Yani toplam nüfusun yaklaşık yüzde 58’i merkezde yoğunlaşmış. Bu kentin hızla ve planlı olmasına rağmen yeşilliksiz büyümesine yol açmış. Kayapınar’daki yapılarda yeşil alanların olmasına, binalar arasında mesafeye önem verilmiş. Dicle Kent’te bunu görmek mümkün değil. Yeni yerleşim merkezlerinde kentin ruhuna rastlamak zor. Kentin ruhu eski şehir olarak da bilinen Diyarbakır Surları’nın çevresi. Diyarbakır için barındırdığı tarihi eserlerle adeta bir açık hava müzesi. Sadece 5 kilometre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, Çin Seddinden sonra dünyada önemli yapılardan biri olarak biliniyor.
2015-2016 yıllarında medyana gelen Sur olayları sonrası Kale içi olarak adlandırılan yerlerdeki yerleşim merkezlerinin çoğu oturulamaz hale gelmiş. Orada yoğun biçimde kentsel dönüşüm gerçekleştiriliyor. Kenti karakterize eden volkanik temelli bazalt taşlar (termal iletkenliği nedeniyle bir tür sıcak ortamda doğal klima işlevi görüyor) kullanılsa da bölgenin mimari yapısına, tarihten gelen geleneğine tam uygun olmayan yapılar gerçekleştirildiği yönünde bölgede eleştiri yapılıyor. Sur olaylarının izlerini Dört Ayaklı Minare’nin sütunlarında bile görmek mümkün.
Sur’un girişine restoranlar ve lüks mağazalar açılmış. Özellikle yeni nesil restoranlar yerel halkın da ilgisini çekiyor.
Ben Dicle nehri kenarındaki Acem Gölü’nü sevdim. Aslında göl yok. Orada Dicle nehrini geçmeye çalışan Acem tüccarları boğulduğundan böyle anılıyor. Bu mevsim yavaş ve bulanık akıyor Dicle. Bu yağışlar sonrası erozyonun bölgede sürdüğünü gösteriyor. 10 yıl önce bir kafe açılmış. Çok geniş bir alanı kapsıyor. Yazın açık; kışın ise kapalı mekânlar tercih ediliyor. Kapalı mekanlarda kişiler özel sohbet yapabiliyor. Yeşil ortam insana huzur ve dinginlik veriyor.
Bölgede Keldani Kilisesi ve Surp Giragos Kilise’si açık. Üstelik kiliseye ait kafeler de açık ve ilgi görüyor.
Sadece onlar değil kentteki başta 75’inci Cadde olmak üzere gençler kafelerde görüşmeyi, buluşmayı, konuşmayı tercih ediyor. Benim de genç olduğum 1980’lerde kentte bir iki pastane vardı. Genç çiftlerin yerlilerinden çok yabancıları tercih ederdi. Yerliler, görünür, dedikodu çıkar diye çekinirlerdi. Şimdi öyle değil. Sıcağın da etkisiyle akşam saatlerinden gecenin geç vaktine kadar kafeler dolu. Kimse kimseye de karışmıyor. Bir arkadaşım hoşgörü ve karşılıklı saygının olduğu kent anlamında Diyarbakır’ı “Büyük Tunceli” olarak nitelendirdi. Bu aynı zamanda kentte yaşayanların demokrat olduğuna da vurgu yapıyor. Nitekim, seçimlerde bölge halkı temsilcilerinin din, dil, ırk kökenine bakmadan oy veriyor. Bir esnaf “bizim için önemli olan hakların savunucusu olması, biz Hristiyan’mış, Yahudi’ymiş bakmıyoruz. Siz Batı’da bu sorunu aşamadınız” dedi.
Son 45 yıldır bölgede yaşanan olaylar toplumun farklı kesimlerinde politik bilinci geliştirmiş. Konuştuğum, tanıştığım herkesin olaylara yaklaşımında kararlılığı ve kendi kimliğine sahip çıktıklarını gözlemledim.
Bölgede 1990’lardan itibaren yaşanan olaylar nedeniyle Diyarbakır bölgenin cazibe merkezi olma özelliğini koruyor. 6 Şubat depreminden sonra Kahramanmaraş’ın tekstildeki yerini Diyarbakır doldurmaya çalışıyor. 5’inci Organize Sanayi Bölgesi de kuruluyor. Bölgede işçiliğin ucuz olması tekstilin yaygınlaşmasının bir nedeni. İkinci önemli sektör bir Doğal Taş Sektörü. Bu sektörün bölgede yaygınlaşmasında bu yıl içinde ölen gazetecilik yaptığı sırada ve Diyarbakır Gazeteciler Cemiyeti’nde yolumun kesiştiği Raif Türk’ün katkısı oldukça büyük.
Bölgede hızlı nüfus artışı konut yapımını da hızlandırıyor. Şehir Ergani ve Siverek yönüne doğru sulu tarım arazilerinin yapıldığı alan üzerine büyüyor. 1980’lerin ortasında kentin büyüme ekseninin bu yönde olacağı yönünde öngörü vardı. Arazi satışları yoluyla kentte üretken olmayan sermayenin artması söz konusu. Gelecekte bu sulu tarım arazilerinin azalması gıda üretimi ve beslenme konusunda ciddi sıkıntılara yol açabilir. Ancak, bu konunun öneminin Türkiye’nin başka illerinde olduğu gibi yeterince kavrandığı kanaatinde değilim. Politik bilinci yüksek insanlar bile bu konuyu şimdilik konuşmuyor. Halbuki ekolojik mücadele kavramı en çok o kesimler tarafından dile getiriliyor. Bu bir çelişki. Üstelik her geçen gün Diyarbakır tarihten bu yana taşıdığı ruhu Türkiye’nin başka şehirlerinde olduğu gibi kaybediyor.
Nüfus artışının en somut görünürlüğü çarşıda pazarda ortaya çıkıyor. Eskiden çok az sayıda baharatçı vardı. Bunlardan biri Keldani olduğunu yeni öğrendiğim Kör Yusuf. Onu İbrahim (Saraçoğlu) aracılığıyla tanıdım 1980’den bu yana hep alış-veriş yaparım. Bu sefer Dört Yol’a gittiğimde neredeyse iki adımda bir baharatçı olduğunu gördüm. Güney Doğu’da baharat yemeklerde yaygın kullanılır. Demek ki talep artışı var ondan bu tür yerler çoğalmış. Eskiden o güzergahta Karınca Kitapevi vardı. Benim için ayak üstü de olsa kültürel sohbet yapmak için soluklanma yeriydi. İstanbul’dan gelecek yeni kitapları dört gözle beklerdim. Şimdi Yenişehir’de üç dört yıl öncesine kadar MADO’nun bulunduğu yer Türkiye Diyanet Vakfı Kitabevi olmuş. Farklı yayınevlerinin kitapları var.
Ben Hasanpaşa Hanı’nda Ensar Kitapevi’ne de uğramayı severim.
Orada da aradığım bazı kitapları buldum. Dini ağırlık kitaplar çoğunlukta olsa da çok sayıda farklı yayınevlerinin kitapları var. Orada James Joyce’ un Kürtçe ’ye çevrilmiş Ulysses adlı romanını gördüm. Nevzat Erkmen yanlış hatırlamıyorsam çeviriyi 20 yılda tamamlamıştı. Bir dilin batının temel eserlerini kendi diline aktarması, aktarabilmesi o dilin gücünü göstermektedir. Bunu tarihsel bir saptama olarak yazıyorum.
Kente ilişkin izlenimlerimi yazarken 43 yıl öncesi ile şimdi arasında belleğimde yolculuk yapıyorum. O dönemden bu yana tanıdığım Dr. Halil Kağar ve Şeyhmuz Diken gibi dostları görmek konuşmak iyi geldi.
Depremin izlerinden söz etmeden Diyarbakır izlenimlerini bitirmek olmaz. 6 Şubat tarihinde Kahramanmaraş merkezli depremde Diyarbakır’da 409 kişi ölmüş; 902 kişi yaralanmıştı. Diyarbakır’da en çok ölüm Galeria’da olmuştu. 4 Bloktan oluşan Galeria’da yıkılan iki bloktan 95 kişi ölmüştü.
1994, 1995 ve 1999 yılında ruhsat alınan bu site ile ilgili kentte görüştüğüm insanların yanıt bulamadıkları sorular var. Bunlardan biri 7’inci Kolordu Komutanlığı’na yakın bu binaya askerlerin müdahalesine neden izin verilmediği en çok sorulan soru. Binada 12 Özel Harekât Polisi’nin kalması, başka sorulara da yol açmış. Yıkım sonrası binadan ağır silahlar ve birkaç çuval belge çıkmış. Bu iddiaların açığa kavuşturulması bölgede yaşayanların şüphelerinin giderilmesi açısından önem taşıyor. 1990’larda Galeria’nın yapımı sırasında ikinci bloka yükseldiğinde çökme yaşanmış. Ancak güçlendirmeyle binanın yapımına devam edilmiş. Denilen o ki Galeria’nın zemininde su birikmeleri oluyormuş. Bu binanın deprem sırasında çökmesini hızlandırmış. Konuştuklarım Galeria’nın yıkımı sırasında beton blokların çok zor yıkıldığını, çok sağlam olduğunu dile getirdiler. Yasal süreç devam ediyor bu konuda. Gerçekleri yasal süreç sonunda kamuoyu öğrenecektir.
Deprem nedeniyle yıkılması planlanan 2 bin 500 bina var. Bunların çoğu da 75’inci Cadde ve Dicle Kent’te. Yıkılan binalar da var. Bunlardan biri benim de anılarımın olduğu Turistik Otel. Yıkılmış. Yeniden yapılacak ama eski ruhu korunacak mı? Orada DSP Genel Başkanı Rahşan Ecevit gelmişti yanında dönemin yasaklı siyasetçisi Bülent Ecevit vardı. Benim edebiyat, felsefe, sanat konuştuğum bir mekandı. Özellikle Diyarbakır’ın önemli entelektüeli Veysel Öngören ile akşamdan sabaha kadar konuşurduk. Benim için bu konuşmalar çok öğretici olmuştu. Ne Veysel ağabey var ne de Turistik Otel. Artık onlar benim anılarımda yaşayacak. Eylül’de Diyarbakır’da olmak benim için hüznü yaşamak oldu biraz da. 25 yaşındaki gençliğime döndüğüm o zamanki beni tahayyül ettiğim anlar da oldu. Şimdiki benime baktığım ve sorguladığım anlar da. Diyarbakır benim her alanda kendimi dönüştürdüğüm bir yer oldu. Tanıdığım insanların çoğu hayatta değil ya da şehri terk etmiş. Bir hüzün çöktü dolaşırken içime. Bir yabancı gibi hissettim. 8 yıl çalıştığım TRT binasına bile uzaktan baktım. Şehre yabancı değildim. Hem şehir hem ben değişmiştik. Coğrafyanın keder ve kader olduğu bu şehir, konuşsa bana ne derdi, nasıl seslenirdi?
Kemal ASLAN/Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi