İTTİFAK SAVAŞLARI
Son yıllarda uluslararası gerilimler, ülkeleri yeni tercihlerle karşı karşıya bıraktı.
Gezegenimizin geniş alanlarında olagelmekte olan sosyal-kültürel ve ekonomik çatışmalar, doğal olarak askeri harekatlara evriliyor.
Jeopolitik çıkarların korunması adına yapılan bu müdahaleler, ABD’nin sürdürmeye çalıştığı tek kutuplu dünya düzeninin sonunu getirmiştir.
Çin ve Rusya Federasyonu (RF)’nun ABD ve müttefiki Batı Dünyası’nın manipüle etmeye çalıştığı kapitalist düzene karşı iş birliğindeki en temel amaç kazanımlarını koruma adınadır.
Çin’in göz kamaştırıcı ekonomik gücü büyük bir avantaj sağlıyor.
Her anlamda psikolojik üstünlüğü elde bulunduran RF yayılması, Korkunç İvan’dan başlayan bin yıllık bir ideolojidir.
Ukrayna’ya 100 milyar dolarlık silah yardımı ile yaptırımlar RF’yi kararından vazgeçirmezken, Dinyester nehrine kadar sınırlarını genişletecek şekilde askerini de mevzilendirmiştir.
Bir sarsıntı geçirse de Wagner Krizini kendi doğruları çerçevesinde çözmüştür.
Kaldı ki; savaş ortamında ihaneti hangi ülke affeder ki?
Güney cephesinde bir kırılma beklense de RF’nin bir sonraki hedefi neden Moldova olmasın?
Keza tarumar edilmiş olan Ukrayna’ya tarihten gelen ilgisi nedeniyle Polonya’nın bir saldırısı her an beklenmelidir.
Finlandiya’nın NATO üyeliğinin nasıl bir güç kattığını önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Önümüzdeki kış ayları ve takiben bahar aylarında RF cephesinde gedik açılması söz konusu olmazsa NATO’nun beyin ölümü kesinlik kazanacak gibi.
Günümüzde barış ve istikrarın sağlanması sorumluluğu Birleşmiş Milletler’dedir.
Genel Kurulda “Güç Odakları” aleyhinde oylar çıksa da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi beş daimi üyenin benmerkezci, yancı ve çekişme içeren tavırları nedeniyle sorunlar çözümsüzdür.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin şartlarına göre yapılandırılan bu kuruluş; her geçen gün tarafsızlığını ve ciddiyetini yitirmekte, işlevsiz hale getirilmektedir.
Nitekim son Kosova gerilimi ile KKTC ve Rum Kesimi sınırında yaşananlar bu savı güçlendirmektedir.
Olması gereken mi?
Paravan olarak kullanılan 10 üyenin de bulunduğu Güvenlik Konseyi’nin lağvedilmesidir.
Son zamanlarda Asya-Pasifik ile Afrika kıtasında dikkat çekici gelişmeler yaşanmaktadır.
Çok kutupluluğa geçiş süreciyle birlikte uluslararası ilişkilerde askeri seçenekler ve ekonomik bağlar arasında bir denge kurulma çabaları da artan hızla devam etmektedir.
Modern stratejide güçler dengesi artık salt silahlara bağlı kalmamakta “Genel Caydırıcılık Konsepti” çerçevesinde ittifaklar genişletilmektedir.
Potansiyelleri açısından belli başlı örgütler:
Ankara ve Budapeşte’den gelecek ışığı bekleyen İsveç’in katılımıyla 32 üye ülkeye ulaşacak Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü (NATO).
İran’ın katılmasıyla 9 üyeli Şangay İş birliği Örgütü (ŞİÖ).
Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesine bile tahammül edemeyen ve akıl almaz gerekçelerle vize sınırlaması getiren 27 ülkeli Avrupa Birliği.
Çin’in, Hint-Pasifik bölgesinde büyüyen askeri varlığına karşı denge unsuru olarak görülen AUKUS (Avustralya-İngiltere-ABD) Paktı.
Suudi Arabistan, Arjantin, BAE, Etiyopya, İran ve Mısır’ın başvurularını kabul eden 5 üyeli BRICS.
G7 ve G20.
Değişik ülkeleri barındıran ya da ayrıştıran bu tarz yapılanmalar, başat konumundaki güçlere politik, askeri ve ekonomik alanlarda payanda etkisi yaratmaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir.
Zirvelerse süreçlerin ara yüzüdür.
Hal böyle olunca; devasa uçaklarla yolculuk yapılan bu zirvelerin sadece anımsattığı ise o ülkenin gezegendeki coğrafi yeridir.
Birbirinin içine girerek çözülemeyecek biçimde karışmış olan, iç içe geçmiş, çapraşık sorunların çözülmesini beklemek safiyane bir davranış olur.
Gelinen nokta mı?
Kakofoni.
Halkların sorunu mu?
Onları düşünen kim.
Ya sığınmacılar!
Sessizlik içindeki Türkler.
Peki ya Türkiye…
Kazan kazan mı..! Yeter ki oyuna gelmesin.
Son sözse; “Kağıtlar yeniden dağıtılıyormuş..! Zarlarda olduğu gibi 52’de de hile vardır.”
İsmet HERGÜNŞEN
İsmetHERGÜNŞEN/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 16 Eylül 2023