YILDIZLARIN ÖTESİNDE BİR TRAJEDİ: DOSTOYEVSKİ’NİN VE ASTROLOJİNİN SINIRLARI
Bilim ve mitolojinin sınırlarının sıklıkla bulanıklaştığı bir dünyada, bizi hem eğlendiren hem de hayrete düşüren anekdotlar duymak nadir değildir. Ünlü bir Türk oyuncunun hamileliği esnasında verdiği bir beyanı ele alalım: Yakında doğacak kız bebeği için modern çağın rasyonalitesine meydan okuyan bir dilekte bulunmuştu:
Bebek,” … Akrep burcu olmasın diye el ele verip dua ediyoruz. Akrep kadınını çok seviyorum. Ne var ki kendine çok zarar verebilen bir burç. Karanlık yerleri çok. Yay olsun istiyorum.”
Bu anekdot; bugünkü yazımın konusu olan akıl ve efsane, bilim ve batıl inançlar arasında süregelen çekişmeye astroloji üzerinden bir göz atmak için uygun bir başlangıç. Aktristin, bebeğinin Akrep burcu olarak doğmaması için yaptığı samimi yakarışa içten içe gülümsüyor olsak da, dileği birçok kişide yankı uyandıran bir duygu.
İnsanlığın uzaya yolculuk yaptığı, genomun sırlarını çözdüğü ve James Webb teleskobuyla evrenin D okusuna baktığı bir çağda; kökleri antik çağlara dayanan pseudo bir bilim olan astrolojinin, hala aramızda cevaplar için göklere bakan taraftarlar bulması şaşırtıcıdır.
Bilmeyenler için astroloji, kişinin doğduğu andaki gök cisimlerinin diziliminin kişiliğini, kaderini ve hatta günlük kararlarını belirleyebileceğini öne sürer. Bu, Homeros ve Hesiod’un zamanında mantıklı görünebilecek, ancak şimdi bilimsel aydınlanma çağında düpedüz mantıksız hissettiren bir iddiadır.
Astrolojinin kozmik muammasına yapacağımız keşif gezisine başlarken öncelikle temel bir soruyla yüzleşmeliyiz: Astrolojinin iddialarını destekleyecek herhangi bir deneysel kanıt var mı? Kısa cevap vurgulu bir “Hayır”dır.
Bu Sayısız bilimsel çalışma astrolojik iddiaları çürütmüş, göksel yapılanmalar ile kişilik özellikleri veya yaşam olayları arasında hiçbir bağlantı olmadığını göstermiştir. Dahası, tanınmış bilim insanları ve istatistikçiler astrolojinin rastgele şanstan daha iyi olmadığı sonucuna varmışlardır. Carl Sagan’ın bir zamanlar dediği gibi, “Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir” ve astroloji sıradan kanıtlar bile sunmakta başarısızdır.
Buna rağmen astrolojinin modern ruh üzerindeki ısrarcı hakimiyetinin nedenini anlatan önemli bilimsel çalışmalardan birini, gelin, yakından tanıyalım.
“Her dakika bir enayi doğar” – Barnum Etkisi
Barnum etkisi adını, insanları kolayca kandırılabileceğini öne süren ve “Her dakika bir enayi doğar” sözünün atfedildiği, 19.cı yüzyıl Amerikası’nın en ünlü sirkinin kurucularından P.T. Barnum’dan almıştır. Barnum, çoğu aldatma ve illüzyona dayalı
gösteriler ve atraksiyonlarla halkı eğlendirme ve şaşırtma yeteneğiyle tanınıyordu.
Barnum Etkisi’nin ana çatısını anlamak, genel ifadelerin doğru görünmek için nasıl manipüle edilebileceğini fark etmemize yardımcı olabilir:
● Muğlak ve Genel İfadeler:
Barnum Etkisi’nin anahtarı, kullanılan ifadelerin kasıtlı olarak belirsiz ve genel olmasıdır, bu nedenle belirli bir bilgi sağlamazlar. Bunun yerine, birçok insan için doğru olabilecek
kadar geniştirler. Astrolojide bu ifadeler kişiselleştirilmiş içgörüler olarak sunulur ve bireylerin bunların doğruluğuna inanma olasılığı artar. Burç yorumları sizin benzersiz kişiliğiniz, deneyimleriniz veya koşullarınız hakkında özel bilgiler içermez. O burçta doğan herkes için genel olarak geçerli olacak şekilde hazırlanmıştır.
Örneğin; Yay burcu olan Ayşe güne “Bugün beklenmedik fırsatlarla karşılaşacaksınız” diyen yıldız falını okuyarak başlasın. Bu yorum aslında o kadar geneldir ki; herkesin günü için geçerli olabilir, ancak astrolojiye ve burcunun özelliklerine inanan Ayşe, bu yorumu okuduğunda özel bir rehberlik aldığına inanır ve tüm gün bu yorumu aklında tutar.
● Öznel Doğrulama:
Bireyler bu muğlak ifadeleri duyduklarında veya okuduklarında, genellikle bunları kişisel olarak anlamlı ve doğru olarak yorumlarlar. Boşlukları kendi deneyimleriyle ve duygularıyla doldururlar Böylece ifadenin kendilerine özel olarak hitap ettiğine inanırlar.
Astroloji öznel doğrulama için verimli bir zemin sağlar.
Daha iyi anlamak için Ayşe’nin astrolojik deneyimine dönelim. Öğleden sonra patronu Ayşe’yi potansiyel bir terfiyi görüşmek üzere bir toplantıya davet eder. Burcunda bahsedilen “beklenmedik fırsat” karşısında heyecanlanan Ayşe, bunu astrolojinin doğruluğunun onaylanması olarak yorumlar.
● Doğrulama Önyargısı (Ing: Confirmation Bias)
Doğrulama önyargısı, kişinin mevcut inançlarını veya beklentilerini doğrulayan bilgileri arama ve hatırlama, çelişkili kanıtları ise görmezden gelme veya önemsiz görme eğilimidir. Astrolojide insanlar genellikle burçlarıyla uyuşan şeylere odaklanırken, uyuşmayanları göz ardı eder.
Patronuyla yaptığı ve burcuyla ilişkilendirdiği terfi görüşmesi, Ayşe’nin astrolojiye olan inancını pekiştirir. Ayşe’nin bu spesifik olayı hatırlama olasılığı daha yüksektir çünkü beklentileriyle örtüşmektedir ve zihninde astrolojinin işe yaradığına dair güçlü bir kanıt haline gelir. Doğrulama önyargısı öte yandan, Ayşe’nin burç yorumuyla çelişen kanıtları görmezden gelmesine ya da önemsememesine de yol açar. Örneğin, astrolojinin benzer belirsiz tahminlerinin hiç gerçekleşmediği zamanları düşünmeyebilir.
Raskolnikov’un Astrolojik Maceraları: Kozmik Bir Komedi
Astrolojinin yanlışlığını ortaya çıkarmak için yalnızca bilimsel yöntemle yetinmeyelim.
Yazının devamında edebiyat ve sanat dünyasına da göz atalım. İnsan deneyiminin ve yaratıcılığının derinliklerine inmiş olan tarihin büyük yazar ve sanatçıları, nadiren yıldızlardan ilham almaya çalışmışlardır. Shakespeare, ölümsüz sözleriyle, “Kaderimizi yıldızlarda değil, kendimizde ararız” demiştir.
Edebiyat ve sanat, insan varoluşunun karmaşıklığını ve öngörülemezliğini kutlamış, astrologlar tarafından çizilen basit kalıplara meydan okuyan karakterleri tasvir etmiştir.
En sevdiğimiz kahramanlar büyüklüklerini göksel konumlandırmaya değil, yaptıkları
seçimlere ve üstesinden geldikleri zorluklara borçludur.
Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sının kompleks kahramanı Raskolnikov, romandaki eylemlerine rehberlik etmesi için felsefi ve ahlaki çıkarımlarına değil de; burcunun kişilik özelliklerine güveniyor olsaydı, muhtemelen elimizde çok farklı ve biraz tuhaf bir hikaye olurdu. Yazının devamında Dostoyevski’yi astrolojiyle buluşturalım ve Raskolnikov’u bir astroloji meraklısı olarak hayal edelim: Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza “sında katile dönüşen, yoğun ve entelektüel, hukuk
fakültesinden terk Raskolnikov’u, bir astroloji meraklısı olarak hayal etmek zor olabilir.
Yine de Nietzscheci bir “üst-insan” kompleksi ve çelişkili bir ahlaki pusula tarafından yönlendirilmek yerine, varoluşsal sıkıntılarıyla baş etmek için burcunu hevesle takip ettiğini hayal edelim. Diyelim ki Raskolnikov gururlu bir Akrep burcu, genellikle tutku, kararlılık ve dramatik bir yetenekle ilişkilendirilen bir burç – zaten fazlasıyla sahip olduğu
özellikler.
Paralel bir Dostoyevski evreninde, Raskolnikov Petersburg’daki tabuta benzettiği pis ve boğucu dairesinde uyanır. Telefonundaki astroloji uygulamasını açar ve şöyle bir şey
okur: “Bugün dönüşüm günü, Akrep burcu. Kontrolü ele alma ve seni geride tutan şeyleri ortadan kaldırma günü.” Belirsiz bir kozmik onaylanma duygusu onu sarar.
“Yıldızlar aynı hizada!” diye haykırır, sanki yaşlı tefeci kocakarıyı öldürmeye yönelik şüpheli planı için kozmik bir onayla karşılaşmış gibidir.
Gün boyunca cinayete hazırlanır, ara sıra durup çeşitli göksel haritalara ve ayın evrelerine bakar. “Ay Koç burcunda. Yeni girişimler başlatmak için iyi bir işaret,” diye mırıldanır baltasını bilerken. Merkür retrosu olsaydı, cinayeti işlemek için uygun bir zaman olmazdı diye geçirir içinden.
Suçu işledikten sonra Raskolnikov’un Akrep burcu yoğunluğu daha da artar. Anında pişmanlık duymak yerine, günlük burç yorumuna tekrar bakar: “Duygusal karşılaşmalardan sakının ve dönüştürücü deneyimleriniz üzerinde düşünmek için izolasyon arayın.”
O da öyle yapar. Kendini izole eder ve en iyi niyetli arkadaşlarından ve ailesinden bile uzak durur, tıpkı Akreplerin derin düşüncelere daldıklarında yapmaya alışkın oldukları gibi. Her suçluluk ve varoluşsal ıstırap anı, astrolojik haritalarına çılgınca danışmalarla noktalanır. “Bu can sıkıcı vicdan azabına, Başak burcundaki Ay’ım neden oluyor olabilir mi?” diye sorar kendine.
Altın kalpli fahişe Sonya ile tanıştığında, Sonya Tanrı ve kefaret hakkında konuşmaya çalışınca, Raskolnikov onun sözünü keser: “Bekle, bekle, senin burcun ne?” Sofya ona Balık burcu olduğunu söyleyince, Raskolnikov memnuniyetle başını sallar: “Ah, şefkatli ve anlayışlı. Tam da şu anda ihtiyacım olan enerjiler. Seni yıldızlar gönderdi!”
İkizler burcu olduğundan şüphelenilen Dedektif Porfiriy, kurnaz zekâsı ve egzantirik kişiliğiyle cinayeti çözmeye daha da yaklaştığında, Raskolnikov paranoyaklaşır ama aynı zamanda tuhaf bir şekilde büyülenir. Akrepler ve İkizler arasındaki karmaşık dinamikleri açıklayan bir uyumluluk tablosunu okurken, “Ah, beni yakalayacak kişi bir İkizler olurdu,” diye düşünür.
Sonunda, cinayet itirafına götürecek kendi vicdanı ve Sibirya sürgününün yaklaşan hayaleti ile yüzleşirken, Raskolnikov astroloji uygulamasına son bir kez göz atar:
“Zorluklarla dolu bir dönem kişisel gelişim ve dönüşüme yol açacaktır.”
“Aha! Biliyordum!” diye bağırır, sanki kozmik bir piyango kazanmış gibi kollarını havaya kaldırır. “Sibirya’da bile küllerimden doğan muhteşem bir Akrep olacağım!”
İşte karşınızda: Kendi zihninin dolambaçlı labirentinden ziyade, göksel kürenin kaprisleri tarafından yönlendirilen bir Raskolnikov. Yine de hayatı kaosa ve kurtuluşa doğru sürükleniyor, Merkür yedinci evde olduğu ya da Venüs geri gittiği için değil, insan hayatı büyük karmaşıklıkları ve çelişkileriyle en yaratıcı astrologun bile tahmin edemeyeceği bir hikaye yazdığı için. Raskolnikov da dahil olmak üzere en sevdiğimiz kahramanlar, büyüklüklerini gök cisimlerinin dizilişine değil, yıldızlar tarafından yönlendirilsin ya da yönlendirilmesin, katlandıkları derin insani mücadelelere ve yaptıkları seçimlere borçludurlar.
Bu karmaşık varoluşta yolculuk ederken, astroloji basit, rahatlatıcı bir anlatı sunabilir – özel bir kaderi yansıtan kozmik bir ayna olarak görülebilir kimilerince. Ancak bunu yaparken, insan yaşamının zenginliğini aşırı basitleştirir. Edebiyat, tarih ve hatta kendi deneyimlerimiz aracılığıyla anlatılan büyük hikayeler, insanlık durumunun on iki burca veya günlük burç yorumlarına sıkıştırılamayacağını göstermektedir.
O halde astroloji, kozmik bir yol gösterici olmaktan ziyade, belirsiz bir dünyada kesinliğe duyduğumuz özlemin bir yansıması olarak hizmet eder. Ancak bu göksel anlatılara çok fazla eğildiğimizde, büyüleyici olduğu kadar yanıltıcı da olan astrolojik bir indirgemecilik uğruna insani karmaşıklığımızdan vazgeçme riskiyle karşı karşıya kalırız.
Zodyak’ın manyetik çekimini düşünürken, insanlığın özünün gece gökyüzünü süsleyen yıldızlarda değil, hepimizin içindeki seçim, mücadele ve sonsuz olasılık galaksilerinde yattığını unutmayalım. Eğer göklerin bize söyleyecek bir şeyleri varsa, belki de bu sadece kozmik bir fısıltıdır ve bizi cevap aramak için yukarıya değil, yaşanmış deneyimin silinmez mürekkebiyle yazılan insan ruhunun labirent gibi derinliklerine bakmaya çağırıyordur.
Derya ULUSOY/Felsefeci