Erkin Koray, Anadolu Rock’un kurucusu olarak biliniyor. Ben onu çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde 45’lik plaklardan tanıdım. 13-14 yaşlarındaydık. Ya evlerde toplanırdık ya da Ada vapuru ile Kınalı’ya giderdik hafta sonları. O zamanlar vapurda pikaptan plak dinlemek serbesti. Bizler de eşlik ederdik. Aşkı yeni yeni tanıyan ergenler olarak “kör olası çöpçüler aşkımı süpürmüşler” derdik.
Hoşgörünün olduğu zamanlardı. Türkiye nispi özgürlük ortamındaydı. Toplumun katmanları arasında kimse kimseye karışmazdı. İşçilerin mücadelesine devletin müdahalesi o zamanlarda da sertti. Ama işçiler yasalardan gelen haklarını milimine kadar savunurlardı. Sendikal mücadelenin önderleri de kararlıydı. Bunları daha sonra öğrendim. Ama 1960’lı yıllar Türkiye’nin kalkındığı, işçilerin kısmen haklarını aldığı, büyüyen pastanın paylaşımının sonuçlarının yaşandığı bir ortam vardı. Tabii ki eşitlik mücadelesini sürdüren TİP (Türkiye İşçi Partisi) de örgütlüydü. Aydınlar, sosyalist hareket, sendikal hareket aynı nehirde akacak zemini buluyordu.
Kentte sanayi proleteryasının ortaya çıktığı, gecekondulaşmanın hızla sürdüğü, gençlerin sokaklarda haklarını aramaya başladığı, ülkenin sorunlarına yönelik taleplerini dile getirdikleri bir dönem.
Böyle bir ortamda doğdu Anadolu rock. Yeni müzik arayışlarına yerel ve evrenselin sentezi olarak. Kenti bireyin yaşadığı sıkıntılar, keder, aşk acısı, yokluklar, yoksunluklar tam da Erkin Koray aracılığıyla dillendirildi. O doğu ve batı müziklerinin tınılarını ustaca birleştirdi, senteze vardı. Aşina olan tınılarda yerinde durmak mümkün değildi. Başarısı belki de oradaydı. Hem türkülerden hem sanat müziği ezgilerinden ustaca yararlanmasını bildi. Üstelik bunu batı enstrümanı olarak bilinen gitarla yaptı. Elektro gitarıyla yaptığı sololarda adeta gitar ağlardı. İnsan dinlerken kendinden geçerdi.
O dönemde sıklıkla düğünler olurdu. Biz de düğün salonlarında onun şarkılarıyla dans ederdik. Ben dansı diskoteklerde değil düğün salonlarında öğrendim. Arkadaşım Nuri gibi. Evlerde toplandığımızda pikaba mutlaka Erkin Koray’ın bir 45’liğini koyardık. Sonra gelsin biralar ya da vodka-cola. Arada cin tonik içmişliğimiz de var. Büyüklerimiz de bilirdi kaçamak içtiğimizi. Dağıtmadığımız sürece sorun olmazdı. Hoşgörünün olduğu zamanlardı. Kimse kimseye öyle karışmazdı.
Kurtuluş (Tatavla) çocuklarıydık. Dünya sanki ayaklarımızın altındaydı, her şeyi yapabileceğimizi düşünürdük. Hayallerimiz vardı. Ben onların bir kısmını gerçekleştirdim. Geriye dönük bir arzum ve isteğim yok. Ama o zamanların saflığını, dayanışmasını, paylaşmasını, teklifsizliğini, içtenliğini, hesapsızlığını özlemiyorum dersem yalan olur. Kimde ne varsa onu ortaya koyardı kimse kimseye ne sen eksik verdin ne da ben fazla derdi. Kimde varsa o hallederdi yenilecek içilecek şeyleri. Ada’ya giderken daha çok Alman usulü olurdu. Geçmiş zaman.
Erkin Koray bizim insanlık halimizin bir parçası. “Arkası gelmez dertlerimin dursun illallah” diyerek yaşanılan sıkıntılara karşı tepkisini dile getirirken benzer biçimde yaşayanların da bir anlamda sesi oluyordu.
Üstelik “böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah” yakınmasıyla hiçbir şeyin değişmeyeceğini, ya da değişim olmasını sağlayacak zeminin olmadığına işaret ediyordu. Bu şarkı bugünler için geçerli olsa da o dönem toplumsal dinamikler farklıydı. Geçerliliği o zamanlar için tartışılabilirdi. Estarabim’de toplumsal normal ihlalini, az bilinen bir sözcükle geniş kitlelere ulaştırmıştı. Şarkının sözleri de bir ikilemi içeriyordu; çoğumuzun zaman zaman yaşadığı. “Şu kocaman dünyada senin gibi görmedim// böyle bir yar istemem istesem de istemem”. Estarabim’de “kafa yapmanın” farklı bir yolunu dile getiriyordu. ABD’de Hollanda’da yaşananları Türkiye’de de savunuyordu. Aslında yaşantısıyla 1960’larda yaygınlaşan hippi gençliğine daha yatkındı. Sistemin muhalifi olanların bile yapamadığını kişisel yaşantısında çocuğunun eğitimi konusunda gerçekleştirdi. Örgün eğitim kurumlarındaki eğitime karşı çıktı, kızını kendi yetiştirdi. Yaşamıyla eylemi tutarlılık içeriyordu.
Ya dertlerinin dinlenmediğini, paylaşamadığını, konuşamadığını düşündüğünden olacak ya da yaşadığı derin bir yalnızlığı, yabancılaşmayı, aşk acısını anlatmak istediğinden: “Bir derdim var dinleyin gökteki yıldızlar// beni benden çalarak kaybolup gitti yıllar// aşk aşk aşk yüzünden ızdıraba kul oldum” dedi. Kentli bir erkek bireyin ataerkil kültürde aşkını böyle dile getirmesi o zamana göre yeni bir olgu. 1960’lar Türkiye’sinde birey kimliğinin maddi koşullarının yeni oluştuğu zamanlar. O, aşkın ızdırabını, hissettiği kederi, çekinmeden dile getirerek dönemin gençlerine de örnek oldu.
Şaşkın ile aşkın uyuşturucu yanına, insanı derinden sarsan özelliğine dikkati çekti.
Ömer Hayyam’dan gelen geleneğe de dayanarak: “Aşk şarabı içmesi hoştur şaşkın// şarap peşinden koşmak boştur şaşkın // bir o yana bir bu yana yatma şaşkın” dedi. Aşkın kendisinin sarhoşluk hali bu kadar güzel ifade edilemezdi. Belki de onun gençler arasında tutulmasının nedeniyle buydu. O zamanlar aşkın beyinde nelere yol açtığı hangi hormonları harekete geçirdiği şimdi gibi bilinmiyordu. Bu konuyu derinlemesine ele alan kitaplar da yoktu. Aşkı yaşayanların, deneyimleyenlerin bildiği bir durumdu bu.
Öyle bir geçer zaman ki de “birden dursun istersin// seneler olunca mazi” diyerek zamanın nasıl geçtiğini, gençlikten yavaş yavaş uzaklaşıldığını, sonsuz gibi yaşanan zamanların bittiğini hatırlatır. İnsan her dönem (gençlikte çocukluğu, orta yaşta gençliği) bir önceki dönemi özler. Biriktirilen anıların, yaşantıların yanı sıra aynı tarzda yeni ilişkilerin kurulamaması aynı duyguların o saflıkla hissedilmemesi de bu özlemin kaynağıdır. Geçmiş yitirilen masumiyettir bir anlamda.
Yalnızlar rıhtımında “bir ben miyim perişan gecenin karanlığında// yosun tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında” diyerek karşılıksız bir aşkın yol açtığı yıkımı dile getirir. Taş gibi olur göz de bir başka göze değmediğinde; bir başka gözde karşılık bulamadığında “yosun tutar”. İçimize işler sözler. Kendi içimizde yolculuğa çıkarız. Başarısı da budur Erkin Koray’ın. Üstelik Sevince de “Sevince durma koş ardından” diyerek aşkına sahip çıkmaya çağırır. Aynı şarkıda “sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan” sözüyle de aşkın bireyi yeniden yarattığını, onda değişim ve dönüşümü gerçekleştirdiğini belirtir. Yeni baştan doğmak her zaman kolay değildir. Bunu göze almak, korkmadan buna izin vermek, herkesin üstesinden gelebileceği bir durum değildir. Şimdilerde günlük aşkların olduğu bir zamanda bunu anlamak kolay değil belki de.
Aşk oyunu şarkısında “her gece ben senin için döküyorum gözyaşları// neden böyle değişti yar// gözlerinin bakışları?” sözleriyle aşkta yaşanan değişimin nasıl kendini ortaya koyduğunu, aşığı neyin, niye mutsuz ettiğini ortaya koyar. Bir aşk bakışla kendini ortaya koyar, bakışlar karşılıklı olduğunda ruhların birbirine teması da başlar. Bir insan diğer insanın içine bakışlarıyla girer, orada yer edinir. Bir gönüle girmek denilen tam da böyledir. Bir gönülden çıkmak da o bakışlarda karşılık bulmamakla olur. Kabullenmesi kolay olmasa da kederli bir süreç sonunda “yeni hakikat” bakışların kaçırılması gerçekliği kabullenilir.
Aşka inanmıyorum şarkısında aradığını bulamayan biri olarak tepkisini dile getirir: “yıllarca sevdim aşkımla yandım// artık ben aşka inanmıyorum”. Bu yorgun bir yüreğin gerçekliği kabullenişidir, vazgeçişidir, bunu herkese ilan edişidir.
Erkin Koray, yazdığı, bestelediği şarkı sözleriyle tekil bir birey olarak hayatımıza dokundu. Onun ölümüyle gençliğimizin bir parçası da gitti. Şarkılarıyla o günleri hatırlayacağız. Herkes kendi zamanına dönecek kısa sürede olsa. Kaybettiklerimizi hatırlayacağız. Bir de nereden nereye geldiğimizi…
Kemal ASLAN/Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi