HER ŞEYİN KIYISINDA, HER ŞEYDEN UZAKTA

0

Türkiye’de 2018 yılından bu yana uygulanan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kutuplaşma ve bloklaşma sürecini hızlandırmıştır. 28 Mayıs 2023’te yapılan seçim sonuçları Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzde 52, 2; Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise yüzde 47,8 oranında oy alması da bu durumu daha görünür hale getirmiştir.

Türkiye eskinin ölmediği; yeninin doğ(a)madığı sancılı bir süreci yaşıyor. Bu süreç maddenin üç hali olan katı, sıvı gaz ve kuantum fiziğinde maddenin dördüncü hali olarak adlandırılan plazma yani sıvı ve gaz parçacıklarının iç içe olduğu durum üzerinden açıklanmaya çalışılsa “maddenin kararsızlık hali” olarak nitelendirilebilir. Bir halden başka bir hale geçemeyiş. Yani her şeyin kıyısında ve her şeyden uzakta kavramsallaştırması yaşanılan süreci nitelendirebilir. İzmir’de görev yapan ve nükleer fizik alanında daha önce çalışmış olan bir gazeteci arkadaşımla konuşurken o bu durumu birkaç gün sonra asimetrik öngörüsüzlük olarak nitelendirdi. Eşit olmayan koşulların bir arada olduğu, geleceğin hangi yöne evrileceğinin bilinmediği, belirsizlik içeren bir süreç.  Dünyada da neoliberalizm sonrası bu belirsizlik ve kapitalizmin hangi yöne evrileceğinin tartışmaları Wallerstein tarafından dile getirildi. Yani hem dünyada hem Türkiye’de belirsizlik yaşanıyor. Ama Türkiye’deki belirsizlik toplumsal yapıdaki siyasal kutuplaşmayla kendini gösteriyor.

İki blok, iki farklı değerler sistemini savunuyor. Üstelik böyle bir durumda siyasal iktidar hegemonyasını kurmakta zorlanıyor. Önümüzdeki süreçte iktidarın rıza oluşturma ve rızayı sürdürme konusunda zorlanacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Medyanın yüzde 95’i elinin altında da olsa, devlet partisine de dönüşse, toplumsal yapıda seslenemediği kesimler artıyor. İktidardaki partinin 14 Mayıs 2023 yılında yapılan genel seçimlerde 2002 yılındaki oy oranına gerilemesi de bunu ortaya koyuyor.  Türkiye’nin muhafazakâr ve milliyetçi bir toplum olduğu gerçeği Profesör Dr. Mustafa Aydın’ın başkanlığı’nda yürütülen Türkiye Eğilimleri 2021 yılı raporu da doğruluyor. Bu rapor yüzde 58,8 oranında muhafazakâr, milliyetçi ve siyasal İslamcı bir kesimin ülkede yer aldığını ortaya koyuyor. Rapora göre, 2016’da yüzde 9 olan siyasal İslamcıların oranı yüzde 21’e yükselmiştir. 6 yılda yüzde 12 oranında siyasal İslam’a yöneliş olmuştur. Bu AK Parti’nin Yeniden Refah ve HÜDAPAR partileri ile neden ittifak kurduğunu da açıklamaktadır. AK Parti’den liberallerin ayrılması ortaya çıkan boşluğu böyle doldurduğunu göstermektedir. Bu dönüşüm siyasal iktidarın daha muhafazakâr ve milliyetçi konuma gelmesinin de temelini oluşturmaktadır. 2002’de yolsuzluk, yoksulluk ve yasakların ortadan kaldıracağı vaadiyle iktidara gelen bir partinin 2012’den itibaren güvenlikçi politikalara yönelmesi ve özgürlükçü söylemden vazgeçmesi bu dönüşüm süreci ile birlikte okunmalıdır.

Türkiye ikiye bölünmüş bir ruh halini yaşamaktadır. Bu ruh halinden biri diğeriyle gündelik yaşamda kesişim yaşasa da ortak değerler üzerinde buluşmamaktadır. Bir toplumsal anomi yaşanmaktadır. Bloklaşma ortamında ortak paylaşılan değerler ya da ortak payda giderek yok olmaktadır. Oysa ulus olmanın zorunlu koşulu ortak değerlerde asgari ölçüde olsa da buluşulmasıdır. Bu sadece kurumların değil, toplumdaki farklı kesimlerin de çözülmesidir. Din ve milliyetçilik bazı kesimleri birada tutsa da yeterli olamamaktadır.

Bloklardan biri batılı değerleri, seküler yaşamı, demokrasiyi, insan haklarını, adaleti, ehliyeti, liyakati, kurallı yaşamı, üretim ekonomisini ve ekolojik sorunlara duyarlı kesimlerden oluşmaktadır. Yurttaşlığı öne çıkaran bu kesimler arasında geleneksel muhafazakârlar da bulunmaktadır. Zaten son 10 yılda Türkiye’de bloklaşma farklı kesimlerin hibritleşmesine yol açmıştır. Farklı kesimler hukukun üstünlüğü temelinde  yaşam tarzlarına müdahale etmeden, dayatma olmadan bir arada yaşamanın mümkün olduğunu kavramışlardır. Türkiye tarihinde ilk olan bu kavrayış seçimlerde de tavrını somut biçimde ortaya koymuştur. Artık kimlikler ve inançların ayırıcı bir öğe olmadığı bloklardan biri tarafından kavranmıştır. Kapsayıcı, özgürlükçü, bireye önem veren bu blok değişimi, dönüşümü savunmaktadır.

Bloklaşmanın diğer tarafı üretim ekonomisi yerine rantçılığı öne çıkaran bir anlayışı uygulamıştır. Ehliyet, liyakat konusuna önem verilmemektedir. Hukuk kurallarının geçerli olup olmaması önemli değildir. Kurallara uymak, hukuk zorunlu olarak algılanmaktadır. Kadınların hakları konusunda muhafazakâr bakış açısı sergilemektedirler. Biatçı bir gelenek üzerinden liderin her yaptığı olumlanmaktadır. Dışlayıcı, ötekileştirici olan bu blok statükonun korunmasından ve sürdürülmesinden yanadır.

Bu iki ruh hali ve dayandığı değerler siyasal ve toplumsal alanda sorunlara yol açacaktır. Siyasal iktidar karşısında oluşan blogu parçalamak, küçültmek için çaba gösterecektir. Bunun ilk adımı yerel seçimler olacaktır. Bu sürece kadar farklı senaryolar iktidar tarafından gündeme getirilecektir. Siyasal iktidar, ekonomik alanda alacağı kararlarla  çalışanlar, emekliler ve alt sınıflarda hoşnutsuzluğu artıracaktır. Bu hoşnutsuzluğun bir direnişe yol açmaması için otoriterleşme ve baskı politikalarına yönelecektir.

Ancak, iktidarın karşısında oluşan ve karşı hegemonyayı kurmaya çalışan toplumsal kesimler de seçim sonrası tartışmalarla yeniden yapılanarak birleşik, bütünleşik mücadeleyi yürütebilir. Bunun için tüm koşullar elverişlidir. İktidarın karışışında olan blok savunduğu değerler temelinde ortak bir mücadele programı benimsemelidir. Bunun neler olacağı mücadelede yer alacak bileşenler tarafından birlikte hazırlanmalıdır. Unutulmamalıdır: İktidar artık hegemonya kuramamaktadır ve sürdürememektedir. Ne yeni olan doğmaktadır ne de statüko kendisini sürdürebilmektedir. İçinde bulunduğumuz durum kısaca her şeyin kıyısında ve her şeyden uzakta olarak adlandırılabilir. Mümkünün kıyısında olunduğu unutulmamalıdır. Yerel seçimlere de bu çerçevede hazırlanılmalıdır.