📽️OKYANUSYA’DA GİZEMLİ BİR ADA. SIRLARLA DOLU PASKALYA ADASI

0

YERYÜZÜ EVRENDEKİ EVİMİZ, Güneş’i çevreleyen  9 gezegenden biri. Bilim adamlarının, yaşamın var olduğunu bildikleri tek yer. DÜNYAMIZ.

Dünya’nın üçte ikisinden fazlası okyanus, deniz, göl ve nehirlerden, yani sudan oluşuyor. Kalan kısım ise KITA  dediğimiz  büyük kara parçaları ve her kıtanın fiziksel yapısı birbirinden farklı.

Birçok ada gurubundan oluşan Yeni Zelanda, Fuji, Solomon adaları, Papua Yeni Gine, Mikronezya, Melanezya ve Polinezya,’nın da içinde olduğu Güney Pasifik Okyanusu, yani Okyanusya, modern atlasların hemen hepsinde Avustralya ile birlikte tek kıta sayılıyor.

5000 yıl kadar önce, kâşif ruhlarıyla  Pasifik Okyanusuna ulaşan denizci halk Polinezyalılar, buldukları ada öbekleri boyunca yerleşim yerleri kurdular. Bunların büyük  çoğunluğu volkanik patlamalar sonucu oluşmuş adalar, ya da mercan adalarıydı

Gündelik hayatlarının çoğu kanolar üzerinde geçen yerli halk, uzak adalara ulaşmak için katamaran benzeri, çift gövdeli kanolar  kullanırlardı. Yıldızları takip etmede ustaydılar. Rüzgar hatlarını ve gelgit zamanlarını avuçlarının içi gibi bilirlerdi. Toplumlarına özgü inançları ve ritüelleri vardı. En önemlisi medeni dünyadan binlerce kilometre uzakta olmalarına rağmen kendi kendilerine yetebiliyorlardı.

Ada küçük ama gizemi büyük

Bu yazımda sizleri  Güney Pasifikte yer alan  volkanik bir  adaya PASKALYA ADASINA götürmek istiyorum. Kolay kolay gidilemeyecek kadar uzak. Güney Amerika ülkelerinden ŞİLİ’ye 4300 mil, TAHİTİ’ye 2300 mil uzaklıkta olan bu küçücük volkanik ada, sadece 163 km kare yüzölçümüne sahip. Şili’ye ait bu adanın
haritalarda  bile yerini bulmak neredeyse imkansız.

Dünyanın karaya en uzak noktalarından biri olan ve  uçakla  ancak 5 saatte ulaşılabilen PASKALYA ADASI, GİZEMLİ BİR ADA. Bilim adamlarının yıllardır süren çalışmalarına ve araştırmalarına  rağmen, insanları şaşırtmaya  ve sırlarını korumaya devam ediyor.

Adanın tam ortasında sönmüş bir volkan olan  RANO RARAKU yanardağı yer alıyor. Doğusunda ve güneyinde de yine sönmüş volkanlar  bulunuyor. POIKE ve TEREVEKA .Tahitili denizcilerin RAPA NUI  adını verdikleri ada birkaç yüzyıl önce palmiyelerle, egzotik bitkilerle kaplı, kuşlarla dolu bir adayken, bugün üzerinde az sayıda ağaç kalmış, ot ve çalıdan  oluşan bir toprak parçası.

5 Mayıs 1722’de , Hollandalı  kaptan  JACOB ROGGEVEEN  ve denizcileri, adaya ilk ayak basan Avrupalılar oluyor ve karaya çıktıkları gün Paskalya Bayramı’na rastladığından buraya PASKALYA ADASI  adını veriyorlar.

Karaya ayak basar basmaz, yarı çıplak yerli halk  tarafından şaşkın gözlerle  karşılanan  denizciler, gördüklerine inanamıyor  ve adeta şaşkınlıktan küçük dillerini yutuyorlar.

Adanın  dört bir yanında dikili duran ve yerlilerin MOAI olarak adlandırdıkları devasa boyutlardaki heykeller onları çok korkutuyor  ve hemen gemilerine  dönerek adadan uzaklaşıyorlar. Sadece onları değil, sonraki yüzyıllarda  adaya gelen kaşifler, bilim adamları ve araştırmacılar da  korkuyla karışık, aynı şaşkınlığı  yaşıyorlar.

Dev heykellerin sırrı hala baki

Pasifik Okyanusu’nun ücra bir köşesindeki bu volkanik adacıkta, taş bloklardan oyulmuş sıra sıra dizili insan kafalı bu heykelleri, kimler yaptı, niçin yaptı.?

Adanın çevresini yaklaşık 1,5 km aralıklarla çeviren ve yerlilerin AHU adını verdikleri platformların üzerine bu garip görünüşlü heykelleri kim dikti?

Heykeller yontuldukları yerden, yani  adanın iç kısmında bulunan  taş ocaklarından yerleştirildikleri kıyı bölgesine nasıl taşındılar?

Bunları ilkel bir halk olan RAPA NUILİLER yapmış olamazdı. Garip görünüşlü heykeller olsa olsa UZAYLILAR  tarafından yapılmış ve  getirilip adaya yerleştirilmiş diye düşünenler ortaya çıktı.

Bu ve bunun gibi sorular ortaya çıktıkça  UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesine alınan adayla ilgili olarak bir proje başlatıldı  ve bilim adamları Paskalya Adası’ndaki araştırmalarını yıllar içinde  daha da yoğunlaştırdılar.

İlk zamanlar adanın çevresini saran  AHU, yanı taş plâtformların üzerinde 288 MOAI  buluyordu. 7 yıl süren araştırmalar sonucu 887 heykel kayda geçirildi. Ayrıca adanın dört bir yanına dağılmış halde, bitirilmeden  bırakılmış onlarca MOAI daha vardı ve toplam sayıları 1000’den fazlaydı. Kimileri tek, kimileri guruplar halinde dikilmişti. Bitirilmemiş ve yarıda bırakılmış, çok sayıda  heykele  de rastlandı.

ADIYAMAN NEMRUT  DAĞIN’DAKİ  heykeller benzeri, çoğu sadece baş kısmından oluşuyor gövde kısmı bulunmuyordu. Arkeolojik araştırmalar ilerledikçe ,kafaların altında gövdelerin de bulunduğu ortaya çıktı. Kimi gövde taş ocağından yuvarlanan taşların, kimi de yıllar içinde artan  erozyon sonrasında, toprağın neredeyse 5 metre altında gömülü kalmıştı.

Jeolojik araştırmalara ve bir mezarda bulunan kalıntılar üzerinde  yapılan karbon testi sonuçlarına göre ,adaya ilk kez  Milattan Önce  318 yılında ayak basıldığı belirlendi. Heykellerin ise MS 1500-1600 yılları arasında yapıldığı ortaya çıkartıldı.

Okyanusa sırtı dönükler, okyanusa bakanlar ve diğerleri

AHU TONGARIKI bölgesindeki  heykellerin tümü sırtları okyanusa dönük, adanın iç kısmına bakar durumda sıralanmışlar. Sanki ada halkını denizden gelecek tehlikelere  karşı korumak ister gibi duruyorlar. Bunların, köyleri, tapınma alanlarını ve önemli kişilerin mezar yerlerini  korumakla görevli olduklarına işaret eden yorumlar  var. Dinsel anlamları tam olarak bilinmesede heykellerin Rapa Nui yerlilerinin atalarını temsil ettiklerine inanılıyor.

AHU AKIVI olarak adlandırılan bölgedeki diğer bir gurup heykel ise, tam tersine, yüzleri denize dönük olarak sıralanmışlar. Denizcilere  adada birilerinin bulunduğunu  göstermek için mi? Yoksa adamıza gelmeyin, geri dönün demek için mi bilinmez.

Guruplardan ayrı tek bir heykel daha var. Bu heykel ayakta değil, çömelmiş olarak yapılmış. Başı farklı olarak gökyüzüne doğru kalkık ve en ilginci; SAKALI var.
Bu heykel, katılaşmış  volkan küllerinden yapılmış ve diğer  heykellerin aksine, PUNA PUA olarak adlandırılan Kızıl bir taştan oyulmuş. Bir rahibe mi aitti? Çevresindeki insanlar çömelmiş olarak oturup  onun anlattıklarını mı dinliyorlardı ? Bilinmiyor. Bu oturuş biçimi dini bir  ritüelin parçası olabilir miydi? O da  bilinmiyor.
Tahmin edilen tek şey tüm heykellerin, dini ve idari açıdan otoritenin ve gücün sembolleri olmalarıydı.

Adadaki en uzun MAOI, PARO  olarak adlandırılıyor.10 metre uzunluğunda ve 82 ton ağırlığında. Henüz tamamlanmamış olarak bulunan 86 ton ağırlığın bir başka  MAOI daha var ki, şayet bitirilebilseydi yaklaşık 21 metre boyunda ve 270 ton ağırlığında olacaktı.

RAPA NUI milli parkının  en bilinen  heykel gurubu, adanın Güney  Bölgesinde 220 metre uzunluğunda ve ortalama 4-5 metre yüksekliğindeki bir AHU’nun üzerinde, okyanusa bakar durumda sıralanmış 15 dev  MOAI. MOAI’nin anlamı Rapa Nui lisanında TAŞ TASVİR  anlamına geliyor. 21 Aralık’taki yaz gündönümü  ve 21 Mart’taki sonbahar ekinoksu arasında, platformun ardında yükselen  güneşin bu  dev  heykeller arasında gizemli bir manzara oluşturduğu söyleniyor.
Heykellerin sadece birinin başına PU KAO olarak adlandırılan, kırmızı taştan yapılmış bir başlık yerleştirilmiş. Adanın Güney batısındaki Puna Pua volkanından alınmış kırmızı tüften ya da taştan yapılmış o ağırlıktaki başlık, nasıl o  yüksekliğe çıkartılıp yerleştirilmiş? Bu da cevap arayan bir başka soru. Ayrıca  kırık ve etrafa saçılmış  vaziyette duran 7 adet başlık daha var. Yerleştirilirken düşüp hasar gördükleri düşünülüyor. Üst sınıf erkeklerin uzun saçlarını topuz yaparak bu başlıkların altında topladıkları ve PU KAO”ların  heykellere sonradan eklenmiş olabileceği  varsayımlar arasında .

Erkek heykellerinin MOAI KAVAKA, kadın heykellerinin MOAI PAEPAE olarak adlandırıldıkları bu devasa, gizemli yontuların kafaları çok büyük ve gövdeye oranla 8/3’lük bölümü kafalardan  oluşuyor. Polinezya inancına göre, kafaların büyük olması bir tür kutsallık  ifade ediyor. İri uzun burunlu, geniş çeneli, kalın kaşlı, ince dudaklı, dikdörtgen kulaklı heykellerin derin göz oyukları var ve burun deliklerinin girişi olta iğnesini andırıyor. İki yana sarkmış olarak duran kollar, uzun ellere ve parmaklara sahip. Bazılarında mercandan yapılmış göz küreleri ve obsidiyen taşından yapılmış göz bebekleri var. Nedense tüm MOAI’lerde  endişeli ve somurtkan bir ifade mevcut.

Arkeolojik araştırmalar sırasında, insanları ve kuşları simgeleyen, taş üzerine oyma tabletler de  bulunmuş. Bu tabletlerden  ada yerlilerinin  hiyeroglif benzeri RONGORONGO  olarak adlandırılan yazılı bir dile sahip oldukları ortaya çıkmış. Bulunan 26 tabletin 10 tanesi müzelerde sergileniyor.

MOAI’lerin fotoğrafını ilk olarak Mohican gemisiyle adaya gelen  bir Amerikalı çekmiş ve böylece dünya kamuoyu bu gizemli adadan ve  garip görünüşlü bekçilerinden haberdar olmuş.

Sahili  dik yamaçlarla denizin 3000 metre derinliğine inen adada, kumsal hemen hemen hiç yok. RANO RARAKU yanardağının ve diğer iki sönmüş volkanın etrafında çevreye saçılmış vaziyette duran, birçoğunun gövde kısımları halâ toprak altında duran pekçok tamamlanmamış heykel bulunuyor.

Nasıl taşındılar?

ŞİMDİ GELİYORUZ EN ÖNEMLİ SORUYA. BU HEYKELLER YAPILDIKLARI YERDEN YERLEŞTİRİLDİKLERİ “AHU”LARA NASIL TAŞINDILAR ?

Az buz değil. Boyları 5-10 metre arasında değişen, ağırlıkları onlarca  tona ulaşan heykeller, bulundukları yerlere nasıl getirildiler? Bazılarının inandığı gibi dünya dışı varlıklar  tarafından  getirilmiş olabilirler miydi? Bilim adamlarının gülüp geçtiği bu varsayıma çok sayıda inanan da var. Aslında bu bakış açısı sadece efsane. Zira sönmüş volkanların çevresinde, taş yontmak ve cilalamak için kullanılan çok sayıda  basit el aletleri bulunmuş.

Bu heykelleri bu kadar etkili kılan MONOLİTİK yani tek parça kayadan yontulmuş olmalarıydı. Sönmüş volkandan kaya koparmak, heykel haline getirmek yaklaşık 5-6 yıl sürüyordu. Ve çok sayıda insanın çalışmasını gerektiriyordu. Sönmüş bir volkan olan RONA RARAKU dağının eteklerinde bulunan ve heykellerin yontulduğu taş ocağının etrafında o kadar çok alet ve tamamlanmamış heykeller bulundu ki, sanki yontu işlemine kısa süreliğine ara verilmiş de daha sonra geri dönülüp devam edilecekmiş gibi.

GELDİK İŞİN EN ZOR KISMINA. En zor iş bitmiş heykellerin nakledilmesiydi. Birçoğu, nakledilemeden taş ocağından  kopup yuvarlanan  kaya parçalarının altında gömülü kalmıştı. Heykelleri nakletmek ise büyük bir operasyon  gerektiriyordu. Bunun için çok sayıda ağaç kesiliyor, kütüklerden silindir formunda kızaklar oluşturuluyor, bunların üzerinden kaydırılarak dikilecekleri alanlara ulaştırılıyordu.

Bir varsayıma  göre de, heykeller kalın halatların yardımıyla ve insan gücüyle, bir öne bir  arkaya hareket ettirilmek suretiyle adım adım çekiliyordu.  Heykellerin nakledilmesi , adadaki kabileler  arasında işbirliği yapılmasını  gerektiriyordu. Ada’da 12 farklı bölge bulunuyor, taşınma işlemi sırasında, birbirine düşman kabilelerin topraklarını kullanma durumu ortaya çıkınca iş uzuyor ve zorlaşıyordu.

Heykel uğruna tabiat feda edildi

RAPA NUILİLER adaya ilk geldiklerinde her taraf  ağaçlarla kaplıydı. Giderek daha çok heykel nakletmek için 10 milyona yakın ağaç kesildi. Heykellere yer  açmak ve tarım alanı sağlamak için ağaçlar ve yeşil alanlar yıllar içinde yok edilince hassas eko sistem çöktü. Erozyon başlayınca, kaçınılmaz son, kıtlık ve açlığı da beraberinde getirdi; kaynak suları azaldı. Düşman kabileler birbirleriyle savaşmaya başladılar.

Avrupalı denizcilerin beraberlerinde getirdikleri, başta Çiçek olmak üzere salgın hastalıklar, yıllar içinde nüfusu kırdı geçirdi.1500 adalı,18 ve 19. yüzyıllarda Peru’lu köle tacirleri tarafından çalıştırılmak üzere götürüldü. Bütün bunların sonucu olarak, RAPA NUI, ağaçtan yeşilden yoksun, bugün nüfusu sadece bir kaç binle ifade  edilen, terkedilmiş, gizemli  bir adaya dönüştü.

Bilim insanlarının araştırmaları sürerken, yeni araştırmalar yeni teorileri de beraberinde getirdi. Paskalya adasının çok daha büyük bir toprak parçasının geride kalan kısmı olduğu ve binlerce yıl öncesine uzanan karanlık bir tarihi geçmişi sakladığı  öne sürüldü. Bazı teorisyenlere göre, dünyada kutsal bir coğrafyayı temsil ettiğine inanılan  adanın tarihi, çağlar öncesinde yaşanan sel felaketlerinin öncesine kadar uzanıyordu.

Aslında RAPA NUI, binlerce yıl önce  okyanusun içinden farklı zamanlarda patlayarak  yükselmiş ve  büyük kısmı sular altında kalmış  volkanik bir  kara parçasının  tepesiydi. Üzerinde var olduğuna inanılan gözlemeviyle, gökyüzünü araştıran ileri  bir uygarlığa  ev sahipliği yapıyordu. Bu adanın küresel bir gözlem ağının parçası olduğu ileri sürülüyordu. Gözlemevi gelecekte yaşanacak meteor çarpmalarını ve depremleri tespit etmek için kullanılıyordu. Bir araştırmacı,12 bin yıl önce buzullar henüz erimemişken, su seviyesinin 100 metre daha düşük olduğunu ve Pasifik Bölgesinde, AND dağları kadar uzun, adalar zinciri bulunduğunu iddia etti.

Atlantis?

Bazı araştırmacıların adayla ilgili yazdıkları  kitaplarında ,DÜNYANIN MERKEZİNE ve CENNETE BAKAN GÖZLER olarak da adlandırılan RAPA NUI, Kayıp kıta ATLANTİS’in ve  esrarengiz MU kıtasının sular altında kalıp yok olmasına neden olan sel felaketlerinden birini yaşamış olabilir miydi? MÖ 7 binli yıllarda  dünyaya ard arda çarpan kuyruklu yıldızlar ve kozmik cisimlerin sebep  olduğu seller, depremler, volkan patlamaları gibi doğa felâketleri, adanın büyük bir kısmının sular altında kalmasının sebebi olabilir miydi?

Öyle ya da böyle. Dünyamız ve insanlığın tarihi hakkında çok az bilgiye sahibiz. Gezegenimizin birçok yerinde karanlıkta kalmış, aydınlanamamış sırlar, suskunluğunu koruyan gizemler ve geçmişten kalan ve halâ çözümlenememiş pekçok tarihi yapı ,eser ve olay bulunuyor. PASKALYA ADASI’nın  BEKÇİLERİ olan garip görünüşlü heykeller de onlarca gizemden sadece bir tanesi.

2017 rakamlarına  göre RAPA NUI’nin nüfusu 7 bin 750 kişi olarak belirtilmiş. Turistlerin konaklayabileceği her kategoriden kaliteli oteller, adanın iç kısımlarında  ise  taş evler ve birçok pansiyonlar  bulunuyor. Halk geçimini turizmden, denizcilikten ve tarımdan sağlıyor.

PASKALYA ADASI’nın  gizemli atmosferini sizde yaşamak istiyorsanız, ŞİLİ SANTIAGO’dan düzenlenen turistik turlarla 6 saat süren bir uçak yolculuğunu da göze alarak adaya ulaşmanız mümkün.

Zor ama imkansız değil. Belki bir gün sizin de yolunuz düşebilir.

Başak DOĞRU/Gazeteci-Bizans ve İstanbul Araştırmacısı

 

Başak DOĞRU/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 01 Ekim 2021

Video Editing: Oğuz HAKSEVER