Nasıl bir ülkede yaşamam gerektiğini hiç bu kadar derinden hissetmemiştim. Kimsenin yaşam tarzına yönelik müdahalem olmadı. Ama kendi yaşam tarzıma müdahale edilmesine de hep karşı oldum. Kendi halimde bir birey olarak ülkenin sorunlarıyla ilgilenirken 1989’da sosyalizmin çökmesiyle pasif intihar halinde yaşıyordum. “Büyük anlatıların bittiği” bir dönemin söylemi her yerde hegemonya kuruyordu. İzole edilmiş halde kendi yalnızlığımla baş etmeye çalışıyordum. Ama 2018 seçimleri böyle olmadığını gösterdi. Bir şiirimde yazdığım gibi “yalnız değilim, dünyanın her yerinde dostlarım var benim”. Bu gerçeğe seçim sürecinde daha yakından tanık oldum. 2011 yılında FETÖ’cülerin etkili hale getirildiği TRT’den emekli olmak durumunda kaldım. 32 yıl boyunca emek verdiğim kurumda çalışmanın, üretmenin olanağı artık kalmamıştı.
Üstelik sesimizi duyurmaya çalışsak da “öğrenilmiş çaresizliği” yaşıyordum. Çevremde de benzer insanlar vardı. 12 Eylül darbesinden bu yana sürekli yeniliyorduk. Ruhlarımız yıpranmış, bedenlerimiz bezgindi. Ahmet Kaya’nın yıllar öncesinde söylediği gibi “yorgun demokrat”tık. Anladıklarımız da vardı bu toplumda anlamadıklarımız da. Giderek merkezden uzaklaşan biz olduk.
2010’dan beri sürekli ötekileştirildik. O kadar ötekileştirildik ki biz ötekileştirilenler yan yana gelmeye birbirimizi tanımaya, anlamaya başladık. 2002’de başlayan kucaklayıcı dil, iktidara yerleştikçe her adımda değişti. Her adımda güçlendikçe mukterin dili de otoriterleşti. Sevgi dili yerine ötekini yani ben ve benim gibileri kenara itilenlere karşı nefret dili kullanılması da arttı. Gücünün merkezileşmesi dilin de sertleşmesine yol açtı. Bu kutuplaştırıcı tutum kendiliğinden bir hat oluşturdu. Birden bu hattın içinde buldum kendimi. Benim gibi binlercesi. Erdoğan’ın başarısı bu. Az şey değil beni benim gibilerle bir araya gelmemi, onlarla tanışmamı sağladı.
İktidara geldiğindeki toplumsal desteği kaybetmesi yani zeminin kayması daha da muhafazakâr bir tutum sergilemesine yol açtı. Örneğin, kendi imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’nden vaz geçmesi, kadınlara yönelik söylemleri iki kızı olan bir baba olarak beni bu konuda düşünmeye itti. 2002’de yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele diyerek sistemin tıkandığı noktalar üzerinden bir rüzgâr estiren Erdoğan, zaman içinde hem devleti hem de kendini dönüştürdü. Başta karşı olduğu güvenlikçi politikalar arasında sıkıştı. Ekonomik krizin yanlış tercihlerle sürdürülmesi, emeğiyle geçinen herkes gibi benim de maaşımın erimesine yol açtı.
Yaşadıklarım iki farklı paradigma arasında bir tercih yapmam gerektiğini gösterdi. Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var”. Bu hayatın böyle sürmemesi gerektiği. Kutuplaştırıcı siyaset yerine uzlaştırıcı bir siyasetin ülkenin hayrına olduğunu düşündüm 1970’leri yaşayan biri olarak. Üstelik Demirel’in dediği gibi “yollar yürümekle aşınmadı”. Bunu o dönem sonrasında anladık. Bu herkesin benim gibi düşünmeyeceğini, düşünemeyeceğini o yıllarda fark etmeme yol açtı. Farklı görüşlerde olabilirdik. Ama ortak paydalarımız olmalıydı.
Erdoğan’a teşekkür ederim bize bu ortak paydanın ne olduğunu gösterdi. Önce hukuk, sonra demokrasinin işlemesi. Adalet, ehliyet, liyakat. Bu kavramların ne kadar önemli olduğunu 6 Şubat Kahramanmaraş depremi ile de yeniden öğrendik. Devletin kurumlarının ne kadar yetersiz olduğunu, merkezi yapılanmanın otoriterleşmenin ne sonuçlara yol açabileceğini fark ettik. Teşekkür ederim Erdoğan.
Ortak zeminde buluşabilme arzusu benim gibi seküler hayatı savunan ile geleneksel muhafazakâr, modern muhafazakâr, liberal, demokrat, sosyalist, milliyetçi ve haklarını farklı kesimleri bir araya getirdi. Kendi etrafında konsolide olmuş bir kesim yaratırken diyalektik devreye girdi: Her şey karşıtını yaratır.
Erdoğan’a teşekkür ederim. Bize yeniden şarkılarımızı söyleyebileceğimizi hatırlattı. Fazla söz söylemeden ne olmaması gerektiği üzerinden anlaşma zemini yarattı. Bu nedenle Erdoğan’a teşekkür ederim. Anlamak, bir araya gelmek için değerlerimizi savunmamız gerektiğini fark ettirdi Erdoğan. Az şey mi bu. Biz sesimizi işitmeye başladık, birbirimizi duymaya, taleplerimizi dile getirmeye, bunları ortaklaştırmayı öğrenmeye başladık. Üstelik azımsanmayacak kadar da çokmuşuz. Erdoğan’a teşekkür ederim. Bize bunu fark ettirdi. Artık hangi hatta nasıl yürüyeceğimizi, ne yapmamız gerektiğini, örgütlü toplumun ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.
Teşekkürler Erdoğan. Neyi, nasıl başarabileceğimizi biliyoruz artık. Mao’nun emperyalizmin ne kadar zayıf olduğunu vurgulamak için kullandığı “kâğıttan kaplan” metaforunu yaşayarak öğrendik. Teşekkürler Erdoğan. Bana ve benim gibilere nasıl bir ülkede yaşamam gerektiğini fark ettirdin. Yurttaş olarak neler yapabileceklerimi anladım. Nasıl bir ülkede yaşamam gerektiğini daha da derinden hissettim. Bu farkındalık için teşekkürler Erdoğan.
Haber: Kemal ASLAN