YÜZLEŞ(ME)MEK

0

YÜZLEŞ(ME)MEK

Yüzleşmek, toplumumuzda sık yapılan bir eylem değildir. Üstüne üstlük istenilmeyen,kaçınılan bir durumdur. Aile, arkadaşlık, iş ve eğitim ortamlarında da bunu besleyecek bir zemin yoktur. Oysa birey, gerektiğinde hem kendisiyle hem diğer bireyler ya da guruplarla yüzleşebilmelidir.

Herhangi bir sorunun olması durumunda yüzleşme daha belirgin olarak ortaya
çıkmaktadır. Bireyin ilk yüzleşmesi ise kendisiyle olmaktadır. “Ben neyim”, “niye böyle yapıyorum”, “bu sorunları neden yaşıyorum”, “bu benim başıma neden geliyor”, vb. sorular çerçevesinde birey kendini anlamaya, kavramaya çalışır. Bir iç hesaplaşmadır bireyin kendisiyle yüzleşmesi, biriktirdiği, görmezden geldiği konuların, sorunların üstesinden gelememe haline karşılık içe yöneliştir. Bu tür yüzleşme kendini fark etmeye yönelik önemli bir adımdır. Bunu yapabilmesi için kendisine yabancılaşması, kendisini zihinsel bir terazide tartması, eksikliklerini, yanlışlarını, çarpıtmalarını,hatalarını görebilmesidir yüzleşme. Ancak, birey her zaman bunu yapamaz. Çünkü yüzleşmek için kendisine acımasız davranması, kendi gerçekliğini değerlendirmesi gerekir. İçinde yaşadığımız toplumda bireyin kendisine yönelişini engelleyecek çok
sayıda kaçış alanı bulunmakta(dır). Sosyal medyada bunlardan biridir. Şunu da
unutmamak gerekir ki, insanın kendini yaralamadan herhangi bir konuda
yüzleşmesinin olanaklı olduğunu düşünmüyorum. Ufak bir kesiğin bile insanın canını nasıl acıttığı düşünülürse, kaçış alanlarına yönelmenin yüzleşmeden daha kolay olduğu anlaşılırdır. Bireyin ilk yüzleşmesinin kendisiyle olması gerektiğine işaret ettim, bu siyasi aktörler için de geçerlidir. “Ben nerede hata yaptım ki”, “Eskiden bana yönelenler neden benden uzaklaştı”, vb. sorularla bu yüzleşmeyi yapabilmelidir. Ne yazık ki muktedir bir birey, gücü elinde tutuğundan, her türlü şeyi yapabileceği
sanısına kapılır. Kibir de tam bu noktada başlar. “Ben doğruyum” diyerek yüzleşmeden  kaçınılır.

Yüzleşme ikili ilişkilerde önemlidir; yaşananların ele alınması konuşulması, karşılıklı değerlendirilmesi ön koşuldur burada. Ancak, bazı siyasiler gibi bazen bireyler de bu yüzleşmekten kaçınmakta ve ortaya çıkan sorunların konuşulmasını
yeğlememektedir. Bu, görmezden gelme, yok sayma ve zamana bırakma eğilimi hali
ilişkilerin sağlıklı bir biçimde yürütülmesini engeller. Bireylerin yüzleşmemesinin temel
nedeni korku olabilir elbette. Olumsuz sonuçların yaşanabileceği öngörüsüyle bireyler yüzleşmekten uzak durabilmektedirler.Belki konuşulduğundan her düzeydeki ilişkinin sona ereceği, birbirlerini kırabilecekleri düşüncesi de olabilir. Bireylerin yüzleşmesinin temel koşulu aralarındaki ilişkide konuşulması gereken bir durumun olduğunun kabul
edilmesi gerekir. Eğer, karşı taraf böyle bir kabullenme içinde değil ise zaten
yüzleşme gerçekleşemez. Yüzleşme karşılıklı diyalogdur, monolog değil. Bunun için karşı tarafı da dinlemek gerekir. “Yüreklerin kulakları”nın sağır olduğu bir durumda bireyler arası yüzleşme gerçekleşemez. Birey yüzleşmesi için önce kendisinin de yaşananlarda payı olduğunu dikkate almalıdır. Sonuçta, toplumda her birey ötekiyle kurduğu her türlü ilişkide, iletişimde benliğini de sergilemektedir. Yüzleşme bu ‘beni’ apaçık ortaya koymak, şeffaflaşmayı göze almaktır. Maskelerle yaşanılan bir dünyada beni ortaya koymak korkulan, kaçılan bir durum olabilir. Yüzleşmek, bireyin saklandığı maskesini çıkarmasıdır. Maskeyi çıkarmak için de bireyin hazır olmasıgerekir. Birey yüzleşeceği kişi için maskesinin çıkarılıp çıkarılmayacağına değip değmeyeceği açısından bakıp böyle bir gereklilik de duymayabilir. Yüzleşme, bireyin bireysel ilişkilerini daha sağlıklı bir biçimde yürütmesi için gereklidir. Çünkü öteki
bireyle yaşanan konuların bir benzeri daha sonraki bir zamanda da
yaşanabilmektedir. Öte yanda, bireyler arası yüzleşme bireylerin birbiri hakkındaki olumsuzlukları biriktirmemelerini sağlar. Böylece “incir çekirdeği” sanılan bir konuda yaşanan gerilim ve çatışma görülmez.

Bireyin kendisini ötekine açması, ilişki konusundaki olumsuzlukları ve olumlulukları da konuşması bakımından da yüzleşme önemlidir. Bizde yüzleşme daha çok karşılıklı hesap verme ya da hesap sorma gibi algılandığından yani olumsuz anlamı ağır bastığından kaçınılan bir durumdur. Yüzleşme, karşındaki ‘ben’e duyulan bir saygı, ona değer verildiğinin göstergesidir. Bizde kimi zaman ve durumlarda, karşısındakinin hatasını, yanlışını ortaya koyup onu mahcup etme, utandırma olarak görülmektedir.

Halbuki yüzleşme, ben’in kırıldığı, üzüldüğü, rencide olduğu, farklı algıladığı konuların buna yol açan benle konuşabilmesidir. Birbirini karşılıklı dikkate alma, birbirine özenli davranma inceliğidir yüzleşme.

Siyasi aktörlerin bireyler arası yüzleşme konusunda karneleri oldukça zayıftır.
Toplumun rol modeli olarak siyasi aktörler, “ben söylerim”, “ben yaparım” mantığıyla
hareket etmektedir. Son 10 yılda birbirleri hakkında demediklerini bırakmayan
siyasetçilerin o sözleri söylememiş gibi davranmaları siyasi etik yoksunluğudur.
Demirel’in Mevlana’ya dayanan o sözünü hatırlatmakta yarar var: “Dün dündür,
bugün bugündür.” Siyasetçilerin farklı toplumsal kesimleri temsil etmemeleri, birbirleri hakkında en olumsuz sözleri söyleyip sonra hiçbir şey yokmuş gibi karşılıklı ortamlarda görüşmeleri “reel siyasetin doğası”na bağlayanlar olabilir, hatta bunların aynı ittifak içinde yer almalarını yadırgamayanlar da olabilir. Dayandıkları toplumsal kesimlerin birbirine benzer değerleri savunması ve bu kesimlere yönelik talepleri dile getirmeleri nedeniyle böyle davrandıkları söylenebilir.

Bireyin içinde olduğu grupla da yaşadıkları nedeniyle yüzleşeceği durumlar olabilmektedir. Birey, grupla yüzleşmekten ya suskunluk sarmalı ya da mahalle baskısı nedeniyle çekinmektedir. Kendisi dışında kalanların ona tepki vereceği, yalnızlaştıracağı düşüncesi grup içinde yüzleşmeyi engellemektedir. Örneğin, Sosyalist kültürde bireyin, eleştiri ve özeleştiri mekanizmasıyla bu konu görünüşte çözülmeye çalışılmıştır. Çünkü siyasi ortamdaki özeleştiri, hataların, yanlışların itiraf edilmesi olarak görülmektedir.Özeleştiri,bireyin yaptıklarının sorumluğunu
üstlenmesi, hata, yanlışın yanı sıra eksikliklerini de dile getirmesidir. Grup baskısı altında yapıldığından birey bir tür kendini hiçleştirebilir de. Geçmişte “lider kültü”,“parti fetişizmi” temelinde özeleştiriye zorlanan insanlar olduğu, romanlarda, anılarda,filmlerde yer almıştır. Üstelik, eleştiri de grup iktidarına yönelik olması durumundadışlanmayla sonuçlanan bir tutuma yol açabilmektedir. “İnsanlığın kurtuluşunu”öngören siyasi yapılarda bile bu durum tekil olarak bile yaşanıyor ise böyle amaçları olmayanlarda tahammülsüzlüğün ne boyutta olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

Bireyin grup ortamında yüzleşmek istemesi tahammülsüzlük ve dışlanmayla
sonuçlanabilmektedir. Siyasi partilerdeki bölünmenin ayrı parti kurmanın nedenleri
arasında tahammülsüzlük de bir öğe olarak değerlendirilebilir.

Belki de en zoru, toplumun kendisiyle yüzleşmesidir. Tarihsel süreç içinde
yaşananları değerlendirmek, kavramak zor olduğundan yüzleşmek yerine o konuların
yok sayılması, görmezden gelinmesi halının altına süpürülmesi yaygın kabul gören ve uygulanan bir durumdur. Toplumlar, biriken sorunları “yok sayarak” bir süre yaşayabilirler ama bu o sorunların olmadığı, yaşanmadığı anlamına gelmez.
Çözülemeyen sorunlar, toplumu çözer.

14 Mayıs seçimleri, demokratikleşme yönünde önemli bir dönemeçtir. Toplumun
kendisiyle yüzleşmesi için de. Örneğin uzun yıllar tarihsel kırılma olarak görülen
“Alevilik meselesi”nin bir propaganda silahı olmaktan bizzat Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi kimliğini açıklayarak yapması, kimlikten çok halkın temel sorunlarına önerdiği çözümleri getirmesi önemli bir adım olmuştur. Nitekim, Millet İttifakı’na dahil olan muhafazakâr partilerin liderlerinin de önemli olanın “mezhep değil, hak hukuk adalet” anlayışını savunmaları Halil İbrahim sofrasında herkesin bulaşabileceğini dile getirmeleri toplumun dolaylı olarak da olsa bir bölümünün yüzleşmesi olarak değerlendirilebilir.

Yüzleşme, karşılıklı hukukun korunması, birbirini dikkate almak için de gereklidir. Bu bireyin demokratik değerlere sahip çıkması, onu koruması ve yaşamında yer
vermesiyle ilgilidir. Demokrasinin gelişmesi, derinleşmesi bireysel, grupsal ve toplumsal yüzleşmelerle doğrudan bağlantılıdır. Bunu sağladığımız ölçüde demokrasi bir yaşam biçimi haline gelebilir.

Kemal ASLAN/Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi

Kemal ASLAN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 1 Mayıs 2023