Evrim Kuran: “6,4 milyonluk ilk seçmenin çoğunluğu kararsız, partiler onlara ulaşamıyor”
Video Röportaj: Müjgan HALİS
Kuşak araştırmacısı ve Yazar Evrim Kuran, ilk kez oy kullanacak yaklaşık 6,5 milyon gencin uzun zamandır adaletten değil, hakkaniyetten bahsettiğini belirterek şunları söyledi: Türkiye’nin gençlerinin gerçekten çok ciddi, hayati problemleri var. Bu yaşamsal problemler Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesindeki problemler; karnını doyurma ve barınma gibi…
14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on dördüncü konuğu, kuşak araştırmacısı ve Z Kuşağı ile ilgili yazdığı kitap ve araştırmalarla tanınan Evrim Kuran. Kuran’la önümüzdeki seçimlerde belirleyici bir seçmen kitlesi olan Z kuşağını ve partilerin gençliğe ulaşma yöntemlerindeki eksikleri konuştuk.
Z kuşağının politik tercihlerini belirleyen etkenler sizce neler?
Aslında bir kuşağın politik tercihlerini belirleyen etkenler her zaman bağlamdaki dertler. Yani insanlar dertlerinin anlaşıldığını görmek istiyor, her kuşak için geçerli bu. Kendi kuşağına özgü, kendi zamanının ruhuna özgü dertlerin anlaşıldığını ve bunlara çözümler önerilebileceğini görmek istiyorlar. Z kuşağı da bu anlamda farklı değil. Z kuşağının dikkatimizi çekmesinin sebebi ise, toplam seçmen sayısı itibarıyla ilk seçmen olarak oldukça fazlalar. Yine de Z kuşağı Z kuşağı diye gözümüzde çok büyütmeyelim; X kuşağı, Baby Boomer kuşağı ve diğer kuşaklar ne istiyorsa onlar da bunu istiyor. Daha yaşanılır bir Türkiye. Ama Z kuşağı 21 yıldır başka bir iktidar ve başka bir anlayışı görmediği için, belki tam olarak ne istediğini ifade etmesi kolay olmayabilir, biz yetişkinler olarak bunu kolaylaştırabiliriz diye düşünüyorum.
Gençler siyasete, siyasi liderlere güveniyorlar mı sizce?
Ben genç değilim ama gençlerin çıkaramadığı ses olmaya gayret eden bir araştırmacıyım. Bizim araştırmalarımıza göre; gençler siyasetin kendisine, siyasi liderlere ve Türkiye’nin benzer kurumlarına yeterince güvenmiyorlar. Örneğin “toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili problemi çözecek merci kimdir” gibi bir soruyu gençlere sorduğumuz zaman; siyaset ve siyasetçiler en sonda. Dolayısıyla Türkiye’nin meselelerini adres etme konusunda gençler siyasilere yeterince güvenmiyorlar. Çünkü gençler Türkiye’de, Türkiye’nin tüm kurumlarında bir liyakat problemi olduğunu düşünüyor. O yüzden ümit ediyorum ki 15 Mayıs sabahıyla, liyakatli isimlerin sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nde değil bürokrasinin dört bir tarafında temsil edildiğini görebiliriz.
Her yıl Türkiye’nin dört bir yanında Z kuşağıyla 100 bine yakın örneklerle araştırmalar yapıyoruz ve ne yazık ki Türkiye’nin kurumlarında liyakat olmadığına inanan Z kuşağının oranı şu anda yüzde 60.
Gençlik politik tercihinin özellikle önümüzdeki seçimde Türkiye’nin kaderini belirleyeceğinin farkında mı ve bunu umursuyor mu?
‘Hangi gençlik?’ diye sormak lazım öncelikle. Evet bir Z kuşağı var Türkiye’de ama demografik olarak birbirinden çok farklı beklentileri ve dertleri olan bir Z kuşağı da var. Çok uzağa gitmenize gerek yok. Örneğin İstanbul’un 2. seçim bölgesinde mahalleden mahalleye bile Z kuşağının ihtiyaçları birbirinden çok farklı. Ama en temelde, üst bir başlıkta toplayacak olursak Z kuşağı şuna çok önem vermiyor: Biz bu seçimin kaderini değiştireceğiz ve çok önemli bir noktadayız, gelin canlar elimizi taşın altına koyalım, böyle bir noktada değiller ve bunun için onları suçlayamayız.
2023 seçimlerine hazırlanan organizasyonlara, siyasi partilere veya politikayla ilgili olan bireylere veya kurumlara şunu anlatmaya çalışıyorum. Bu sene seçimlerde yaklaşık 6,4 milyon ilk seçmen göreceğiz. Ve bu kadar kısa zaman kalmışken bile ben hala bu ilk seçmenin önemli bir kısmının kararsız olduğunu, hatta belki o sabah kalkıp oy kullanmaya bile gitmeyebileceğini düşünüyorum. Demek ki biz burada birbirinden farklı Z kuşağı seçmenin dertlerini çok da adres etmemişiz.
Yani siyasiler için mevzu, gençlerin dilinden konuşmak, şaka yapmak, onlarla dans etmek veya TikTok‘ta esprili videolar çekmek değil. Çünkü Türkiye’nin gençlerinin gerçekten çok ciddi, hayati problemleri var. Bu yaşamsal problemler Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesindeki problemler; karnını doyurma gibi, barınma gibi. Dolayısıyla bunları adres eden kurumlar ve yapılar olursa gençler de kullanacakları oyun öneminin farkında olacaklar.
Ama bir yandan da Z kuşağına bu kadar tarihsel bir görev atfedilmesini de bir gençlik araştırmacısı olarak adil bulmuyorum. Gençler adına konuşacak olursak onların da adil bulmadığını düşünüyorum. Çünkü biz zaten onlara çok yaralı bir ülke; ekonomisiyle, ekolojisiyle, sosyolojisiyle, kültürüyle, sanatıyla nereden tutarsanız tutun her tarafıyla çok yaralı bir ülke bırakıyoruz, bu ilk yetişkinliğe geçiş dönemlerinde. Ve bunu yaparken de diyoruz ki; ya çocuklar kusura bakmayın perişan ettik bu coğrafyayı, birbirimize girdik, kutuplarımızın arası da iyice açıldı, artık aynı masada yemek bile yiyemiyoruz, gelin biz zahmet siz düzeltiverin. İşte bu söylemin gençlerde bir karşılığı olmadığını varsa da öfkeyle karşılık verdiklerini düşünüyorum.
Gezi’deki gençlik ruhu nereye gitti, var mı hala o ruh?
Bununla ilgili romantik yaklaşımları ben de duyuyorum. Gezi ruhu yeniden canlandı gibi. Kişisel olarak da bir araştırmacı olarak da buna katılmıyorum. Çünkü Türkiye belleksiz bir toplum. 10 yıldır hayatımızda Gezi diye sosyolojik bir olay var. Ama 10 yıl önce ilköğretim çağında olan, bebek olan, çocuk olan bu ilk seçmen acaba Gezi’yi ne kadar biliyor? Gezi ruhu denen şey ne kadar aktarıldı? Gezi ruhu dediğiniz şey nedir, sivil itaatsizliktir. Sivil itaatsizlik son 10 yılda acaba bilinçli ve istendik bir biçimde bastırıldı mı, yoksa yeni kuşağa aktarıldı mı? Bence aktarılmadı.
Belleksiz bir toplum olmamız sebebiyle, bu ilk seçmenden bahsedecek olursak Gezi ruhunu aktarabildiğimizi düşünmüyorum. Ama Gezi’nin gençleri sadece gençleri organize etmediler. Gezi’nin gençleri üst kuşakları da sivil itaatsizliğe davet ettiler. Ve birkaç kuşak aynı anda aynı söylemi dillendirdi. Gezi’nin gençleri o dönem annelerini, babalarını da itaatsiz kıldılar. Şimdi o halde bu sadece Z kuşağının sorumluluğu olamaz. Orada dile getirdiğimiz söylemlerin devamlılığı için daha barışçıl, daha kapsayıcı bir Türkiye için sanki sorumluluk o gün Gezi’de genç olan, o gün Gezi’de ebeveyn olan, o gün Gezi’de yetkin olan daha üst düzey üst yaş grubundan kuşakların. Bizim şu andaki en büyük görevimiz Z kuşağını sandığa davet etmek, hep birlikte bu demokratik hak ve ödevimizi yerine getirmek olduğunu anlatmak.
Peki siyaset gençliği kazanmak için ne yapmalı? Siyasi partilere şu ana kadar yapmadıkları neyi yapmalarını önerirsiniz?
Israrla söylediğim bir şey var. Gençler için bir şey yapamazsınız, derim hep ama gençlerle birlikte bir şeyler yapabilirsiniz. O yüzden ben gençleri karar mekanizmalarına, düşünce platformlarına dahil etmenin önemine çok inanıyorum ve tabii ki 19 gün kala biraz geç ama bugünden sonraki stratejik yaklaşımlar için lütfen gençlerle birlikte, gençlerin dahil edildiği kampanyalarda, sistemlerde, onların fikirlerinin dahil edildiği ve onlardan sıklıkla geri bildirim alınan ortamlarda buluşun. Bu çok önemli, liderliğin her safhasında çok önemli.
Mesela [Barack] Obama’yı bir siyah lider olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı yapan kampanyasını incelediğinizde; kampanya örgüsünü, kampanyanın iletişim örgüsünü o dönem yirmili yaşlardaki Y kuşağının ördüğünü, hatta metinlerini yazanların bile Y kuşağı olduğunu görüyorduk. Çünkü dili-söylemi değiştirmek değildi mevzu sadece, gerçekten dert yaşayan ve o dönemde Amerika’da seçimlere en az katılanlar gençlerdi. Genç seçmen seçime katılmadığı için hep eskiler, eski sistemler seçiliyordu. Ve bunların dünyanın çeşitli ülkelerinde işe yaradığını gördük, Türkiye için de böyle.
Fakat bu seçimde de aday listelerini görüyorum ki genç adayların oranı son derece düşük. Gençler nedir, sadece seçim zamanı hatırlanacak potansiyel oy pusulaları mıdır? Hayır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de gençlerin dertlerine ses vermelerine olanak tanınmalı. Yani bütünsel bir yaklaşımdan bahsediyorum. Söylediklerimiz ve yaptıklarımızın bir olmasından bahsediyorum.
Ve biliyor musunuz Türkiye’de gençler uzun zamandır adaletten değil, hakkaniyetten bahsediyorlar. Adaletin bile, herkesin eşit muamele görmesinin bile artık bu ülkenin sorunlarını çözeceğine inanmıyorlar. Dezavantajlı grupların daha hakkaniyetli modellerle hayatın içerisine çekilmesini istiyor, bu gençler. O yüzden bizim onları en başta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, sonra da bu ülkenin çok çeşitli kurumlarına mutlaka dahil etmemiz, onlardan gelen sese kulak açmamız ve onların fikirlerini hayata geçirmemiz gerekiyor. Bu sadece sosyal medyada kampanya yaparak olacak bir şey değil ve iddia ediyorum ki, 19 gün kala bugün gençlerle yapılan araştırmalar bile bize sandıkta ne olacağını yeterince işaret etmeyebilir.
Sahiden gençlerin Muharrem İnce’ye bir sempatisi var mı? Varsa neden?
Sayın İnce’ye ilk seçmenden gelen bir sempati olduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye’yi ve Türkiye siyasetini özellikle Twitter’dan ve sokak röportajlarından okumaya çalışanlar yaya kalır, diye de düşünüyorum. 6,4 milyon ilk kez oy kullanacak Z kuşağı seçmenden ve 7,7 milyon toplam Z kuşağı seçmenden bahsediyoruz. Tabii ki bunlar içerisinde çok farklı demografiler var ve bir süredir Muharrem İnce’ye sempati duyan ilk seçmen de görüyoruz ama dediğim gibi sokak röportajlarıyla, TikTok videolarıyla veya Twitter’da yazılanlarla Türkiye siyasetini okumak bence bir yanılgı olur. Ben hala dans eden birtakım gençler olsa da sandığa yaklaştıkça kararsızlığın giderilebildiğini, çözülebildiğini düşünmüyorum. Genel kanaatim bu. Ve gitgide gerçek meseleler konuşulmaya başlandıkça dans etkisinin de azaldığını-düştüğünü görüyorum. Gençlik söz konusu olduğu zaman mevzu kampanya yapmak değildir, hareket başlatmaktır.
Peki iktidar bloğu gençleri nasıl tutuyor, tutuyorsa nasıl kendi çeperinde tutmayı başarıyor? Kutuplaştırma gençleri nasıl etkiliyor?
Salt bir araştırmacı veya bir seçmen olarak değil kişisel olarak da siyasetle ve siyaset iletişimiyle ilgili biriyim. Ve enteresandır son 20 küsur yıldır ilk defa iktidar partisinin gençlik iletişiminde bu kadar yaya kaldığını ve bunun da sandığa yansıyacağını düşünüyorum. Bu da tabii toksik bir durum, bir güç zehirlenmesi var orada. Bugüne kadar yaptığımız şeyler işe yaramıştır ve aynılarını yapmaya devam edersek yine işe yarayacaktır yaklaşımı. Bu bir kere bilimsel bir yaklaşım değil, çünkü çağ değişiyor, demografi değişiyor. Şimdi artık Z kuşağı daha fazla oy kullanacak ve Z kuşağının temel mevzularından biri kapsayıcılık yani ötekileştirmemek, kutupların arasını iyice açmamak tam tersi benzemezleri bir araya getirip aynı masaya oturtabilmek. Dolayısıyla ben iktidar partisinin bu imgelerden hızla uzaklaştığını ve yaşlandığını da görüyorum. Tamam 18 yaşında milletvekili adayı da çıkarmış iktidar partisi ama genel olarak baktığımızda onların da genç milletvekili adayı oranları son derece düşük. Çok eril ve çok yaşlı kaldılar.
Gençliğin ülkeyi terk etme eğilimi, seçime rağmen varlığını koruyor mu? Seçim bu gidişi durdurabilecek bir potansiyele sahip mi?
Bu çok güzel bir soru çünkü bununla ilgili bir araştırma yaptığımı ve bir kitap yazdığımı anlatmak isterim. Yaklaşık beş sene önceydi, ikinci kitabımda Z kuşağıyla ilgili bir araştırma yapmıştık. O sesin yükseldiğini, Türkiye’den gitmeye dair derin bir arzunun oluşmaya başladığını görüyordum. Hemen akabinde, 2018’den itibaren de yeni nesil göç hareketi iyice derinleşti. Sadece gelişmiş Batılı ülkelere değil, dünyanın dört bir tarafına göç veren bir ülkeyiz şu anda ve yetkin yetenekli genç göçü veriyoruz.
O yüzden de göç sosyolojisinde, zorunlu göç ve gönüllü göç diye ikiye ayrılan bu kavramı ben birleştirdim. Ve Cumhuriyet tarihinin ilk kez bir “zorunlu gönüllü göç” gördüğünü iddia ettim. Bu gerçekten zorunlu gönüllü bir göç. Yani gitmek zorunda değiller ve çok gönüllü de değiller.
Yeni nesil göçmenlere neden gittiklerini ve ne olursa döneceklerini sorduk. Son bir yıldır Türkiye’de yaptığımız genç kuşak araştırmaları zaten bunu ortaya koyuyordu. Örneğin 2021 yılında yaklaşık 100 bine yakın Z kuşağına, okulu bitirdiğinde ne yapacaksın diye sorduk ve yüzde 83’ü “Türkiye’den gitmek istiyorum” dedi.
Bunların bir kısmı gidebilecek, kalan kısmı ise umutsuzluğuyla, kendi metaforlarıyla ‘kanadı kırık kuşlar’ olarak ‘kafesteki kuşlar’ olarak bu ülkede umutsuz bir biçimde yaşamaya devam edecekler. Ve bence potansiyellerini performansa çevirememenin patolojisiyle de üretmemeye devam edecekler. Dolayısıyla bu Türkiye için çok büyük bir problem.
Ve çok üzülerek görüyorum ki son üç yıldır Türkiye’nin içinde bulunduğu seçim atmosferinde Türkiye’nin yeni nesil yetenek kaybına, yeterince adres eden bir siyasi parti yok. Altılı Masa’da bu konuda politikalar geliştirdiğini söyleyen muhalefet liderleri kızmasın, iktidar hiç kızmasın,çünkü konuda elle tutulur çalışmalar olduğunu hala düşünmüyorum.
Türkiye’den 100 küsur ülkeye göç eden gençlere “neden kalıyorsun” diye de sorduk. Çünkü gitme sebebiyle kalma sebebi arasında çok büyük bir fark var. Evet gitme sebebi işsizlik, ben ona ‘düşsüzlük’ diyorum. Genç düşsüzlüğü. Yani sırf hevesler sebebiyle gitmiyorlar, sayın Cumhurbaşkanımız böyle bir ifade kullanmıştı vaktiyle. Daha iyi bir arabaya binmek için falan gitmiyorlar, gittiklerinde öyle harika işlerde falan da çalışmıyorlar, kimse onları gittikleri ülkede kırmızı halıyla karşılamıyor. Ama kalma sebepleri demokrasi, insan hakları, hakkaniyet, hakkının yenmeyeceğini biliyor olmak, sosyal devlet gibi gerekçeler.
Sorunuzun devamında da şöyle bir cevap vereyim, acaba böyle bir seçim sürecinde dönerler mi? Biz bu araştırmada döner misiniz diye de sorduk bu gençlere. Döneriz ama.. yanıtını aldık büyük oranda. O üç noktanın ne olduğunu tahmin edersiniz. Daha kapsayıcı, barışçıl, insanların birbirine düşman edilmediği bir Türkiye halini alırsa ben bu gençlerin dönebileceğini düşünüyorum. Ümit ediyorum ki Türkiye’nin ikinci yüzyılında tersine göçü, 21. Yüzyıla yakışır bir biçimde ele alalım ve bu gençler gittikleri yerlerde öğrendiklerini Türkiye’ye geri versinler.
Kılıçdaroğlu’nun Kürtler ve Alevi videolarını nasıl yorumladınız, etkisi olur mu sizce?
Kesinlikle olacağını düşünüyorum. Çok heyecanlandım. Bunu 47 yaşında bir seçmen olarak söylemiyorum sadece, özellikle gençlik iletişimi ve gençlik araştırmalarına ömrünü vermiş biri olarak söylüyorum. Buna son derece ihtiyacımız vardı. Bugün sizinle bu röportajımızda en az beş kere kapsayıcılık demişimdir. Bu kapsayıcılığa ülkenin ihtiyacı var. Gençlerin de talebi zaten bu. O yüzden çok olumlu buluyorum. Ve genç seçmende çok büyük bir karşılığı olacağını inanıyorum.
Kaynak : YEŞİL GAZETE
https://tinyurl.com/2p2xfyng