YAKIN SİYASAL TARİHİN POLİTİK ANALİZİNDE ÜÇ SARMAL: BLOKLAŞMA, DARBE, UZLAŞMA
Cumhuriyet döneminde Türk siyasal tarihinin son 65 yılı analiz edildiğinde kutuplaşma- bloklaşma, darbe ve uzlaşma sarmalı karşımıza çıkmaktadır. Bu dönem üç kutuplaşma ve bloklaşma (DP, MC, Ak Parti-MHP-Milliyetçi Hareket Partisi, BBP -Büyük Birlik Partisi-Yeniden Refah Partisi, HÜDA-PAR -Hür Dava Partisi- DSP-Demokratik Sol Parti- ), iki darbe (27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1980) iki müdahale (12 Mart 1971 ve 28 Şubat 1997), üç darbe girişimi (22 Şubat 1962, 20 Mayıs 1963 ve 15 Temmuz 2016) ve üç uzlaşma (CHP-MSP, SHP-DYP ve CHP, İyi Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi ve Gelecek partisi) çerçevesinde değerlendirilebilir.
Kutuplaşma, öncelikle siyasal iktidarın iç ve dış sorunları çözmede yetersiz kaldığı durumlarda ortaya çıkar ve bu durumda belirleyici politik aktör olarak kutuplaşmayı derinleştirerek bloklaşmaya yönelir. Bu ise, hak ve özgürlüklerin daralmasına yol açar. Özgürlüklerin, insan haklarının, sosyal hakların konuşulamaz hale geldiği bir ortam oluşur. Otoriterleşmeyle birlikte baskı, sansür, gözaltı ve tutuklamalar artar. Muhalifleri sindirmeye yönelik devlet olanakları her alanda kullanılmaya başlanır. Düşünce ve ifade özgürlükleri bakımından da ülke, dünya sıralamasında aşağılara iner. Aynı şekilde toplumsal duyarlılıklar çerçevesinde gerçekleştirilen gösteriler ve protestolar sert biçimde, kimi zaman orantısız güç kullanılarak bastırılır. Muhalefetteyken özgürlük taleplerini yüksek sesle dillendiren, bu konulardaki duyarlılıklarını sergileyen ve geniş toplumsal desteği arkasına alan partiler, iktidara geldiklerinde ne yazık ki mevcut durumun dahi gerisine düşebilmektedirler. Dönüşüm süreci yaklaşık 3 ila 8 yıl gibi bir sürede gerçekleşir ve bu süreçte öncelikle kendilerini destekleyen toplumsal muhalefet ile ayrışmaya başlarlar. Farklı seslere tahammül iyiden iyiye duyulmaz hale gelir. İktidar olmayı sağlayan güçlerin eleştirileri dahi dışlanmayla sonuçlanır. Her farklı sesten uzaklaşan iktidar, çoğulculuktan vazgeçerek tek sesli hale gelir. Gerilim ve çatışmanın doruk noktasına çıktığı zamanlardır artık. İktidarın kullandığı nefret dili keskinleşirken, iç düşman yaratma gayretleri, dışlayıcı, kimi kez aşağılayıcı bir söylem kaçınılmaz hale gelir. Böylece oylar konsolide edecek bloklaşma sürecine yönelinir.
Unutulmaması gereken şudur: Her şey karşıtını yaratır. Siyasal iktidarın bu tutumu muhalifler açısından da karşı kutuplaşma ve bloklaşmayı getirir. Nefret diline, düşmanlığı körükleyen söyleme karşıt, daha ılımlı ve uzlaşıcı bir cephe oluşur. Gerek özgürlük, insan hakları ve toplumsal hakların genişletilmesinde gerekse düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik geniş bir açılım sağlar. Çünkü muhalefetin başka türlü farklı kesimlere yönelebilmesi ve toplumsal tabanını genişletebilmesi mümkün olamaz. Bu, ancak uzlaşma kültürü ile gerçekleşebilir. Uzlaşma kültürü ise toplumsal yaşamda sorunların karşılıklı diyalog, anlayış, tartışma ve farklılıkların kabul edilmesi halinde çözülebileceği yönünde bir mutabakat yaratır. Tek bir siyasal aktörün dayatması, iktidarın mutlaklık talebi yerine, bir arada çözüm arayışlarını içeren barışçıl bir yöntem öne çıkartılır. Ayrıca, uzlaşma kültürü bizim dışımızda, bizden farklı düşünen, yaşayan, tutum alan insanlar olduğunu kabul etmektir. Toplumsal yaşamda farklı renkler, kimlikler olduğu gerçeğinin farkına vararak toplumdaki çoğulculuğun korunması ve sürdürülmesi için çaba harcamaktır. Siyasal iktidarın yarattığı bloklaşma farklılıkları yok etmeye, tek tipleştirmeye, aynılaştırmaya yöneliktir. Farklılıkların kamusal alanda varoluşlarını daraltarak etkisizleştirmektir. Demokrat Parti, Milliyetçi Cephe ve Ak Parti dönemleri irdelendiğinde bu kutuplaşma ve bloklaşmanın sonuçları görülebilir.
Öte yandan, her kutuplaşma ve bloklaşmanın ardından darbeler ya da darbe girişimleri de göze çarpar. Örneğin, Demokrat Parti’nin yürüttüğü kutuplaşma sonrası 27 Mayıs 1960 darbesi gerçekleşmiştir-Bunun ekonomi-politik temelinde analizi başka bir yazının konusudur-1960 darbesi sonrası sırasıyla CHP, YTP (Yeni Türkiye Partisi), CHP , YTP ve CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) , CHP azınlık hükümeti, CHP, AP (Adalet Partisi) YTP ve CKMP koalisyon hükümetleri darbe sonrası geçiş dönemi kısa süreli uzlaşma arayışları olarak değerlendirilebilir. Sonrasında AP’nin tek başına iktidarı “toplumsal bilincin ekonomik gelişmeyi aşması”, toplumsal hakların kullanılması ve tarihinde ilk defa işçi sınıfının kendi sınıf bilinci ile hareket ederek ayağa kalkması, öğrenci eylemleri, toprak işgalleri vb. Ancak, toplumsal muhalefetin güçlendiği bu dönemin hemen ardında 12 Mart 1971 darbesi gelmiştir. (Türkiye’de darbeler konusu da başka bir yazının konusudur.) Darbe sonrası yapılan ilk seçimlerde sarmalın üçüncü ayağı uzlaşma ortaya çıkmıştır. CHP ve MSP arasında bu tarihi uzlaşma yaklaşık on ay sürse de darbe sonrası özgürlük alanlarının genişletilmesine katkıda bulunmuştur.
Bu süreçten sonra iç ve dış koşullar çerçevesinde Türkiye’de yeni bir kutuplaşma ve bloklaşma MC hükümetleri döneminde görülür. AP-MSP, MHP ve CGP’nin katılımıyla başlayan MC hükümetleri sürecini 12 Eylül 1980 darbesi izler. 12 Eylül darbesinden sonra seçimleri kazanan ANAP, dört siyasal eğilimi içinde barındırdığı iddiasıyla -milliyetçi, muhafazakâr, liberal ve sosyal demokrat- askeri vesayet altında demokrasiye yöneliş eğilimi ile iktidara geldi. Ancak, kendi içinde farklı eğilimleri barındırarak uzlaşma yaratan ANAP, diğer partilere karşı katı bir tutum izlemekten geri kalmadı.
Neoliberal politikalarını ödünsüz/katı bir biçimde uyguladı. Bu ise kutuplaşmaya yol açtı sonuç olarak. Bu süreç içinde sarmalın ikinci ayağında darbe gerçekleşmedi. Çünkü, 1982 Anayasası düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlükleri konusunda oldukça sınırlayıcı hükümler ile toplumsal muhalefetin yasal zeminde “mayalanmasını” engellemeye çalışmıştır. Neoliberalizmin yarattığı kutuplaşma, yoksullaşma ve yolsuzluklar yeni bir uzlaşmayı gündeme getirmekte gecikmedi. SHP (Sosyal demokrat Parti) DYP (Doğru Yol Partisi) ittifakı uzlaşma kültürü temelinde demokrasinin sınırlarını genişletirken, Batı tipi demokrasinin yerleştirilmesi taleplerini dikkate alan bir program ortaya koydu. “Kürt realitesini” tanıyacağız” sözü de demokrasinin hangi çerçevede oluşturulabileceğinin ipuçlarını veriyordu. Ancak, bunlar gerçekleştirilememiştir. (Bu konuda da ayrıntılı analiz başka bir yazıda yapılabilir)
1990’lara gelindiğinde, Türkiye’de demokrasinin sınırlandığı, “faili meçhul siyasal cinayetlerin” yaygınlaştığı, baskı ve sansürün arttığı, toplumsal protesto ve gösterilere yönelik sert önlemlerin alındığı bir döneme girildi. RP -Refah Partisi- ile DYP’nin -Doğru Yol Partisi- kurduğu hükümete karşı daha sonradan “post modern olarak nitelendirilen- darbe gerçekleşti.
Bu tarihten sonra, 1999 depremi ve 2001 krizi sonucu toplumsal talepleri dikkate alacağı iddiasıyla çevreden merkeze yönelen AK Parti, 2002-2010 döneminde milliyetçi, muhafazakâr, liberal ve az da olsa kendini dışlanmış hisseden sosyal demokratları bünyesine katarak iktidara geldi. ANAP’a benzer bir yapılanmaydı bu. Hükümet olma sürecinden siyasal iktidara yönelmeyle birlikte parti içinde kopuşlar başladı ve ortak akıl yerine, liderin belirleyici olduğu ‘tek adam’ yönetimine geçildi. Bu dönüşümle birlikte AK Parti milliyetçi-muhafazakâr bir toplumsal tabana yönelmiş oldu ve bloklaşma bu zeminde gerçekleşti.
Buna karşı, ana muhalefet eksininde yeni bir uzlaşma arayışı gündeme gelmekte gecikmedi. Bloklaşmaya karşı farklı siyasal akımların ve toplumsal muhalefetin ortaya koyduğu yeni bir uzlaşma kültürü, Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları çözme yolunda bir açılım, bir fırsat olarak belirdi.
Son 65 yıl içinde gerçekleşen üçlü sarmala bakıldığında, uzlaşma kültürünün yeni bir örüntü ile varlığını siyasal iktidar olarak somutlaştırması tarihsel akışa uygundur. İçinde bulunduğumuz bu süreçte uzlaşma kültürü sorunlarını öteleyen bir Türkiye’den sorunları ile yüzleşen ve ikinci yüzyıla “kendi bahçesindeki çiçekleri” tanıyan, “o çiçeklerin yeşermesine olanak veren” farklılıklarla bir arada demokrasiyi inşa eden bir Türkiye’ye dönüşün de zeminini hazırlayacaktır. Halının altında biriktirilenlerden kurtulma zamanı geldi. Artık farklılıklarımızı kabul ederek tartışacağımız, konuşacağımız, dayatmalar olmaksızın çözümler arayacağımız yeni bir döneme ihtiyaç var! Zaman bu zaman!
Kemal ASLAN/Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi