Uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından kullanılan ‘ünlü ‘ Sansaryan Han, Ermeni vakfına geri verilecek.
Ermeni fakir çocukların eğitim masraflarının karşılanması amacıyla vakfedilen ancak 1930 yılında devlet tarafından el konulan ve uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han, Anayasa Mahkemesi kararıyla 92 yıl sonra Ermeni vakfına geri verilecek.
Uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan ve işkence vakalarıyla hafızalara kazınan Sansaryan Han’la ilgili önemli bir yargı kararı çıktı. Anayasa Mahkemesi 1930 yılında el konulan hanın 92 yıl sonra Sansaryan Vakfı’na iadesine karar verdi.
Ağa Mugradiç Sanasariyen (Sansaryan) tarafından 1901 yılında Ermeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim masraflarının karşılanması gayesiyle kurullan Sansaryan Vakfı’na ait Sansaryan Han, 1930 yılında İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 19030 yılında el konuldu. Han, 1952 yılında da İl Özel İdaresi adına tescil edildi.
Türkiye Ermenileri Patrikliği, 2011’de tescilin iptale talebiyle dava açtı ancak dava reddedildi. Patrikliğin temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2017’de mahkemenin kararını bozdu. Ancak itiraz üzerine Dairenin bozma kararı kaldırıldı mahkemenin Patriklik alehine verdiği karar onandı.
Bunun üzerine Sansaryan Vakfı dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıyarak bireysel başvuruda bulundu.
Vakıf başvurusunda, vakfın Ermeni çocuklarının eğitim ve öğretim ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kurulduğun ve tek mütevellisinin Patriklik olduğunu kaydetti. Başvuruda, İl Özel İdaresi adına 1952 yılında yapılan tescilin herhangi bir mahkeme kararına dayanmaması sebebiyle yolsuz tescil hükmünde olduğu savunuldu.
Yüksek Mahkeme yaptığı incelemede şu tespit ve değerlendirmelerde bulundu:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
Sansaryan Vakfı’nın iadesini talep ettiği Sansaryan Han’ın 26 Mayıs 1929 tarihinde vakıf adına tescil edildiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. 10 Haziran 1952 tarihinde İl Özel İdaresi adına yapılan tescilin yolsuz olduğuna dair yukarıdaki açıklamalar da gözetildiğinde vakfın mevcut mülkünün bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Vakfın mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan niteliği ve amacı gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.
Vakfın mazbut vakıf olarak kabulünün ve buna bağlı olarak Patrikliğin Vakfı temsil yetkisinin bulunmadığının değerlendirilmesinin kanun hükümlerinin öngörülebilir olmayan genişletici yorumuna dayandığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
HÜKÜM: MÜLKİYET HAKKI İHLAL EDİLDİ
Yüksek Mahkeme şu hükmü kurdu:
Açıklanan gerekçelerle;
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesine (GÖNDERİLMESİNE,
Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Ağa Mugradiç Sanasariyen (Sansaryan), hanın bulunduğu araziyi 1889 yılında 19 bin Osmanlı altını karşılığında Çerkez İsmailpaşazade İhsan Bey’den satın aldı. Mercury Gemi Şirketi’nin hisselerinin önemli bir kısmını elinde bulunduran ve önemli bir zenginliğe kavuşan Sanasaryan, 1881’de Erzurum’da Sanasaryan adlı bir okul açtı. Sirkeci’deki hanı da bu okula gelir yaratması için satın almıştı. Hanın satın alınmasıyla Sanasaryan Vakfı kuruldu. 1915 olayları sonrası Erzurum’daki okul kapatıldı, hana el kondu. 1920’de Ermeni Patrikliği’ne iade edildi. Devlet son olarak 1930’da binaya el koydu.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne tahsis edildiği dönemde “tabutluklarıyla” nam salan binanın karanlık odalarında Zeki Velidi Togan’dan Aziz Nesin’e, Sabahattin Ali’den Nazım Hikmet’e, Deniz Gezmiş’ten İlhan Selçuk’a, Nuri İyem’den Ruhi Su’ya pek çok edebi ve siyasi figür işkence gördü.