EMOGRAFİK YAPININ DEĞİŞMESİ VE BEKA SORUNU
Korunması gereken tek yer, Türkün öz yurdu olan Anadolu’dur.
Sahiplenme ve aidiyet duygusu hiçbir misafirde esas öğe olamaz.
Osmanlı Birinci Dünya Savaşı sırasında çok geniş bir coğrafyada mücadele vermekteydi.
Bir taraftan Arabistan Yarımadası’ndaki İngiliz varlığı ile uğraşırken, birileri de yeni başlayan Arap Milliyetçiliği ile temas halindeydi.
Amaç; İngiltere ile işbirliği içinde Arap Krallığı’nı gerçekleştirmekti.
Her ağacın kurdu biraz da kendindendir.
Bu hain İstanbul doğumlu olan Şerif Hüseyin’di.
II. Abdülhamit tarafından Mekke Şerifi olarak Arabistan’a gönderilecek, 1916 yılında bağımsızlığını ilan ederek, süresi kısa da olsa Hicaz Kralı olacaktı.
Hepimizin bildiği gibi İngiliz ajanı Lawrence ile birlikte hayalindeki büyük Arap İsyanı’nı başlatmış, Osmanlı Birlikleri’ne büyük kayıplar verdirmişti.
Türklerin dinden çıktığını, Müslümanlığın kutsal değerlerini çiğnediğini ileri sürerek, Türklere karşı Cihadın farz olduğunu yaymış, nihayetinde bölge, 01.10.1918’de İngilizlere terk edilmişti. Hicaz’daki direnişin sembolü olan Fahrettin Paşa, tüm emirleri reddederek Mondros’tan 72 gün sonra, Ocak 1919’da teslim olmuş ve kutsal toprakların Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasının üzerinden tam 103 yıl geçmiştir.
Gidenin dönemediği bu topraklar, yüz binlerce şehit kanının anayurt dışında akıtıldığı yerdir. Şerif Hüseyin, Osmanlı Tebaasından olmasına rağmen hayatı boyunca ihanetleri hiç bitmemiş, nihayet kendi sonu da sürgünde olmuştur. Ne garip bir tesadüftür ki, aile bireylerinin büyük bir bölümü de yaşama dramatik bir biçimde veda etmişlerdir.
Emperyalizm, Arap Milliyetçiliğini de kullanarak bölgede istediği senaryoyu yazmış, süreç içinde Şerif Hüseyin’e vaat ettikleri toprakların büyük bir bölümünü vermemiştir. Filistin’de kurulacağını açıkladıkları Yahudi Devleti kurulmuş, yaklaşık 75 yıldır bölge kan ve gözyaşından kurtulamamıştır.
1946 yılında kurulan Suriye ve 1958 yılında bugünkü halini alan Irak, sınırları cetvelle çizilen ve evrensel ’’Devlet’’ tarifinden uzak yapılardır.
Dün bu coğrafyada İsrail Devletini kuranlar, bugün çıkarları için aynı coğrafyada başka bir oluşumu gözümüzün içine baka baka kurmaktadırlar.
Sorun, elimden geldiğince çok kısa olarak özetlemeye çalıştığım yukarıdaki tarihi gerçeklerde gizlidir.
Ne yazık ki; bu sorunlu coğrafyadan sekiz milyon insan, davetimizle konuklarımız durumundadır. Şimdilik süre de belli değildir!
Kültür; dünden aktarılabilen her şeydir. Doğanın verdiklerine insanoğlunun yaptığı katkılardır.
Dün; toplumların sosyal yapısını, gelişimini, yaşayış ve düşüncelerini içerir.
Bu yapıda;
Dil,
Din,
Ahlak,
Hukuk,
Edebiyat,
Ekonomi,
Aile vardır.
400 yıl boyunca Osmanlı toprakları içinde kalan bu bölgede ne yazık ki olumlu varsayacağımız hiçbir gelişme olmamıştır.
Yapısal bir benzerlik yoktur.
Göç tehlikelidir, böyle bir göç felakettir.
Demografik yapıların değişmesi gerçekten bir ’’Beka’’ sorunudur.
Ve Türk Halkı muhtelif tehditlerle bugün karşı karşıyadır.
Mustafa Kemal 1905’te genç bir yüzbaşı iken Şam’dadır. Vatanın bütünlüğünün tehlikede olduğunu görür ve Ekim 1906’da Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurar.
Şam Şeytanlarını tanır, bölgeyi tanır.
Toplumsal yapıyı oluşturan hiçbir temel taş Türk’e uymamaktadır.
O halde bu coğrafya, Türkün bulunması gereken bir yer değildir.
O’na göre korunması gereken tek yer, Türkün öz yurdu olan Anadolu’dur.
Öyleyse…
Bulunmamamız gereken bir yerden konuk kabulü de yaşamın doğal akışına aykırıdır. Olası insani yardımlarla bu fiili durum asla karıştırılmamalıdır.
’’Şam Şeytanı’’ başlıklı yazımı şöyle bitirmişim;
Sahiplenme ve aidiyet duygusu hiçbir misafirde esas öğe olamaz.
Arapçada misafir kelimesi yolcu anlamına gelmektedir.
Töremizde de yolcu; usulüne uygun, saygı ve nezaketle uğurlanan kişidir.
Ve güle güle, kimi zaman hoş geldin demekten daha değerlidir.
Saygı, sevgi ve inançla,
Kemal YALNIZ/İktisatçı
Kemal YALNIZ/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 11 Eylül 2022