“Aslında hepimiz birbirine görünmez iplerle bağlıyız ve dünya bence sanıldığından çok daha küçük bir yer”
Seramik Sanatçısı Ceren CENGİZ : Toprağa sanat; müziğe sihir katıyor!
Seramik Sanatıyla İzmir’den dünyaya açılan, Küçük yaşlardan beri keman çalarak müzikle içli dışlı olan ve aynı zamanda öğretim görevlisi olan Ceren Cengiz’le sanata, müziğe ve hedeflerine dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. İyi okumalar
–Notaları müziğe çevirip, seramiğe sanat katıyorsunuz. Öğretim görevlisi olarak da çalışıyorsunuz. Birden fazla işi başarılı bir şekilde sürdürmenin sırrı ne?
Bence başarılı olmanın sırrı özümüzde, içimizde, bakış açımızda. Öncelikle mesleğimi çok sevdiğimi, amatör ruhumu hiç kaybetmediğimi ve ilgilendiğim bütün sanat dallarının birbirinden beslendiğini, birbirini tamamladığını belirtmeliyim. Hayatı bir bütün olarak algılıyorum ben. Hayat bir ayna gibi ve siz ona ne verirseniz, o da size onu sunuyor. Eksik ya da fazlasını değil. Aslında İzmir Ekonomi Üniversitesi Endüstriyel Tasarım mezunuyum. Yüksek lisans ve sanatta yeterliğimi Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsünde Seramik ve cam tasarımı bölümünde yaptım. Endüstriyel tasarım dediğimiz şey yaşamımızın bir parçası. Çataldan, kaşıktan, bardaktan tutun da oturduğunuz koltuk, bindiğiniz araba, kullandığınız cep telefonu, yaktığınız lamba, belki de çok sevdiğiniz saatiniz… Hepsi birer tasarım ürünü… Bu bölümü okurken benim kimliğimi yansıttığını düşünmüştüm, çünkü sürekli okuyup kendinizi geliştirmek zorundasınız. Yeniliklere açık olmak, kabul görüleni bilmek, araştırmak, daha iyisini öğrenmek ve ihtiyaca yönelik katkıda bulunmak… Bu genele yönelik bir ihtiyaç nesnesi de olabilir, niş bir alana hitap etmek de olabilir. Ama sonu olmayan bir alan…
Sanat dediğimiz ise üretkenlik, yaratıcılık, güzel olana ulaşma çabası ya da kötüyü, rahatsız olduğumuzu anlatma, ruhsal ihtiyacı karşılama, aslında bir nevi kendimizi ifade edebildiğimiz alan. Ki bütün bunlardan çok daha önemlisi sanat bugünden geleceğe izler taşıyor ve kişilerin empati kurabilmesini sağlıyor. Düşünsenize, sanat eserleri sayesinde toplumların yaşayış biçimleri hakkında fikir sahibi olabiliyoruz. Bence bu çok kıymetli, çünkü iz bırakabiliyorsunuz. Doğmamış toruna mektup gibi olacak belki ama 🙂 yaş aldığımda, eğer bir gün olursa torunlarım, bu dönem hakkında ya da, benimle ilgili bilgi sahibi olabilecek ve belki yüzlerinde bir tebessüm oluşacak, belki bir gözyaşı. Ama bir düşünce oluşturacağı, duygu bırakacağı kesin.
Ben küçük yaşlardan beri hep kendime şu soruyu sordum. Bu dünyaya geldiysem bir sebebi olmalı. Kendime doğru yaptığım yolculukta, içime dönüp, özümü keşfetmek, hayat amacımı bulmak benim izlediğim yol oldu diyebiliriz. Hayatımızda karşılaştığımız hiç bir insan, ya da yaşadığımız hiç bir olay bence tesadüf değil. Hepsinin bir sebebi var ve insanın kendini bulma yolculuğunda bu sebepler sadece birer gösterge. İnsan kendini doğru zamanda keşfetti mi bence başarılı oluyor. Bunda sevgili annemin ve biricik babamın katkısı çok büyük. Öğretmeyi, üretmeyi, yenilikçi düşünmeyi ve kendimi sanat aracılığıyla ifade etmeyi seviyorum. Bu kimi zaman kilden şekillendirdiğim eserlerle, kimi zaman kemanımdan, piyanomdan çıkan bir sesle, kimi zaman dans adımlarımla, mümkün oluyor. Gözlem yapmanın, var olanı görmenin katkısı da büyük tabi. İyi bir gözlemciyim sanırım ve eserlerimin hikayeleri var.
–İlk soruya bağlantılı olarak sorayım seramik sanatınızla dünyaya açıldınız. Yurt dışında birçok ülkede eserlerinizle Türkiye’yi temsil ettiniz. Bu nasıl bir duygu?
Yurtdışında eserlerimin online ve reel mecralarda sergilenmesi benim için bir mutluluk ve gurur sebebi. İlginç bir anımı anlatmak isterim. Belki okuyucuların da yüzü gülümser. Güney Kore’de Fantapia müzesinde düzenlenen Beyond the Borders isimli bir sergiye porselen eserlerimden birini kalıcı olarak göndermiştim. Açılış gününden bir gün sonra, Tayvanlı bir hanımdan sosyal medya aracılığıyla bir mesaj aldım. Mesaj kutumu açtığımda gördüğüm fotoğraf beni inanılmaz şaşırtmış ve duygulandırmıştı. Benim eserimin fotoğrafını çekmiş, duygularını yazmış ve bana ulaştırmıştı. Bahsettiğim hanımın kardeşi Seoul’da yaşadığı için sergi alanına o gidiyor, fotoğrafı çekiyor ve o fotoğraf bana bir şekilde ulaşıyor. Biz böylece birbirimizden haberdar oluyoruz. O günden beri de hep konuşuruz. Farklı ülkelerde düzenlenen sergilerden, yarışmalardan birbirimizi haberdar ederiz, hatrımızı sorarız birbirimizin. Aslında hepimiz birbirine görünmez iplerle bağlıyız ve dünya bence sanıldığından çok daha küçük bir yer. Yaydığınız frekans değiştikçe, enerji değişiyor.Yakın zamanda aldığım güzel bir haberi paylaşayım, yurt dışı temsili demişken. Gaia ‘Toprak Ana’ isimli eserim, Çin’de düzenlenen Uluslararası Blanc De Chine Seramik Yarışmasında, ilk iki online aşamayı geçerek, kısa listede seçilen işler arasına girdi. Listede adımı görmek, bir Türk olarak kendi adıma bir başarı öyküsü. Uzakdoğu’yu görmek en büyük hayallerimden biri. Dilerim gerçekleştirebilirim.
–Tasarımlarınızda size ilham verem ne? Örnek aldığınız bir sanatçı var mı?
Genellikle doğadan, kendi yaşadıklarımdan ya da hayatın içinden izler taşıyor seramiklerim. Su altı ve mercanlarla ilgili eserlerim var. Bununla birlikte, doğu ve batının birbirinden kopamaz bir bütün olduğunu düşünüyorum. Etnik kökenler, yenilikçi yaklaşımlarla bütünleşip kendi stilini oluşturabiliyor. Ben İzmirliyim. Haliyle, denizin yeri benim için ayrı.
Hayat gelişimimde bana katkı yapmış çok değerli hocalarla çalışma şansım oldu. Örnek aldığım seramik sanatçıları arasında Füreya Koral, Prof. Sevim Çizer , Ai Weiwei var. Müzisyenler arasında ise, Michel Camilo, Aziza Mustafazadeh, Andre Riéu ve Ömür Gidel var.
Değerli hocam Prof. Sevim Çizer ve kıymetli piyano hocam Ömür Gidel ile beraber çalışma şansım oldu. Gerek mesleki tecrübeleri, gerek hayat konusundaki görüşleri benim kendimi bulmamda çok büyük katkı sağladı diyebilirim. Bu sebeple kendimi ayrıca şanslı hissediyorum.
–Müzikle insanın duygularını daha kolay anlattığını söylenir. Seramik sanatında da bu kolaylık var mı?
Seramiğin süreci müzikten biraz daha farklı. Müzik insanın ruh yapısını çok hızlı biçimde değiştirebilir, çünkü müziğin harekete geçirici bir etkisi var. “Müzik dinlerken beyindeki zevk merkezi olan nükleus akumbens harekete geçerek iyi hissetmemizi sağlayan nörokimyasal dopamini serbest bırakır”
Ruh halimizin değişmesini sağlar. Seramiğin mutfağına baktığımızda ise, izleyici onun son hâlini görür, anlık bir etkileşim olmaz. Halbuki belli aşamalardan geçer kil. Şekillendirilir, kurur, bisküvi pişirimi yapılır, sırlanır, tekrar pişirilir. Buradan bakınca birer kelime ve hızlı aşamalar gibi algılansa da aslında öyle değil. Bu sırada dikkat etmeniz gereken bir sürü püf nokta var. Ama izleyici bunların hiç birinden haberdar olmaz genelde. Sadece forma, renge bakarak, sizin hakkınızda bir fikir sahibi olabilir. Yaptığınızdan biçimsel olarak etkilenebilir. Halbuki işin mutfağı çok daha gizemli. Bunu ancak deneyimleyen ve bu duyguyu tadan bilir.
–Normalde sanat eserleri sanat galerilerinde sergilenirken insanlar beğendiği sanatçının eserlerini daha yakından inceleme fırsatı yakalardı. Fakat pandemi sürecinde online gibi bir kavram girdi. Eğitimde, müzikte, yaşamın bir çok yerinde karşımıza çıktı. Eserinizin online sergide gösterilmesi nasıl bir duyguydu?
Pandemi hayatımıza farklılıklar getirdi ve tahmin edemeyeceğimiz iki uçlu duyguları aynı anda yaşadık. Herşey online’a döndü. Kolaylıkları olduğu gibi her alanda bazı zorluklar da yaşattı bence. Ancak insanlar bir takım değerlerin farkına yeniden vardı. Kendi güçlü ve zayıf yönlerimizi keşfettik. Ben kendimi tanımlayacak olsam, online bir insan değilim aslında, hatta bu dünyaya göre biraz analog ve nostaljik bile kaçabilirim. Düşünün, hala mektupları severim ve yazarım. Aslında benim gibi nostaljik insanların başka ülkelerde var olduğunu bilmek ve benzer duyguları paylaşmak, benim bu dünyaya olan inancımı arttırdı, beni ayakta tuttu.
Online sergi öyle bir şey ki, bir anda dünyanın öbür ucundaki bir küratör ya da izleyici sizin yaptığınız esere hızlı biçimde erişebiliyor, sizin varlığınızdan haberdar oluyor, sizinle iletişim kurmak istiyor. Ortak projeler bile yapabiliyorsunuz. Paylaştığınız sadece sanat değil, sizi bir araya getiren ortak değerleriniz oluyor. Yani, acı yaşadığınızda acıyı, mutluluk yaşadığınızda mutluluğunuzu paylaşacak, sizinle aynı enerjide olan insanların var olduğunu, her şeyin enerjiden ibaret olduğunu görebiliyorsunuz. Bence bu bir nimet.
Beni çok etkileyen bir şey, pandemi sürecinde ve İzmir depreminde beni ilk arayan kişiler dünyanın dört bir yanından, online sergiler aracılığı ile tanıdığım, yüzünü bile görmediğim arkadaşlarım olmuştur. Düşünsenize, hiç tanımadığım bu güzel insanlar, benim yaşadığım bir duygunun elinden tutuyor ve sanata sarılmamı söylüyor. Duygularımı öyle ifade edebileceğimin ve başa çıkabileceğimin altını çiziyor. Çünkü ruhlarımız benzer. Mesele tamamen enerji.
–Müzisyen tarafınızı, seramik sanatında da kullanıyor musunuz? Nasıl?
Müzisyen benim için biraz fazla iddialı bir kelime, öncelikle. Evet çok küçük yaşlardan itibaren keman eğitimi aldım, bunu piyano ve şan eğitimi ile birleştirdim. Yazdığım bazı şiirleri bestelediğim de oldu. Ama kendime müzisyen dersem, müzisyenlere haksızlık etmiş olurum. Bir sıfatı kazanmak o kadar kolay değil benim gözümde.
Müzik yönümü diyelim, seramik sanatında kullanıyorum. Üretirken, çizim yaparken mutlaka bir müzik olur fonda. Mesleğime bir alan yaratıyor müzik, beni besliyor. Belki de yaralı tarafımı onarıyor. Benim eserlerimde genel olarak doğanın ritmi var. Açtığım sergilerde, katıldığım etkinliklerde müziğe, dansa ve resme yer vermeyi, bir konsept oluşturmayı seviyorum. Çünkü müzikle beraber izleyicinin esere bakma ve üzerine düşünme süresi uzuyor ve daha farklı bir boyut kazanıyor. Belki de seramiğin arka planını hissettiriyor müzik.
Aslında keman öğretmenim Mehmet Kutluk’un, lisedeki müzik öğretmenim Yadigar Yentür Kaynakçı’nın , üniversitedeki hocam Alesker Abbasov’un, müzikle ilgili bakış açımının genişlemesinde katkıları çok olmuştur.
Okul hayatım boyunca, kültürel etkinliklerde hep yer aldım. Sonrasında onlardan öğrendiklerimi kendi alanıma aktarmaya başladım. Dahil olduğum sergilerin içerisinde müziğe özellikle yer vermek istedim.
Bazen çok yönlü olmanızın farklı katkıları olabiliyor hayatta. Seslendirmeyi de müzikle bağlantılı sayarsak, bahsetmek istediğim bir proje var, Kemeraltı Hikayeleri. Bu proje kapsamında üç farklı hikayenin seslendirmesini yapmıştım. Pandemi zamanıydı. Benim için o projede yer almak çok kıymetliydi. Yani demem o ki, yaptığım işler hep birbirinden besleniyor. Bazen tasarım müzikten, bazen müzik tasarımdan. Arzu ederseniz pek çok platformdan dinleyebilirsiniz.
Yeni projemiz ise sevgili gitarist Yiğitcan Yanar ile olacak. Bu kısmı biraz sürpriz olsun istiyorum.
–Hedefleriniz neler?
Hedefim, sanatla, tasarımla ve müzikle farkındalık kazandırmak, insanların bakış açısını zenginleştirmek, dünyayı gezmek, öğrenmek ve daha çok öğrenmek, öğrendiklerimi öğretmek… Kendi marka kimliğimi oluşturmak. Müziğimi kendimce bir sonraki aşamaya taşımak.
Hayat dediğimiz uzun bir yol. Kim bilir daha neler yaşayacağız, bazen biz planlar yapıyoruz, hayat bizden daha farklı bir plan yapıyor. Doğru zaman, doğru mekan, doğru insanlar denklemine inanırım. Niyetim, aynı enerjide olduğum kişilerle, güzel bir paydada buluşmak.
–Klasik sorumdur. Sihirli bir değneğiniz olsaydı ne yapardınız?
Sihirli bir değneğim olsaydı, savaşın, açlığın ve virüslerin olmadığı, herkesin mutlu, sağlıklı, eşit ve barış içinde yaşadığı bir dünya isterdim. Sihirli bir değneğim yok belki ama elimde kil’im var, notalarım var, renklerim var. Bu yüzden içe dönebiliyorum, duygularımı aktarabiliyorum, bu biraz olsun hafiflememi sağlıyor, yaşanan dünya düzeninde.
Pandemi süreci hepimizin için, gerçekleri gösteren bir gözlük gibi oldu, görünmeyenin ardındakini görmemizi sağladı. Her şeyi ve herkesi, kendi adıma daha net algıladım. Her insan özeldir ve birbirinden farklıdır, mevsimler gibi. Pandemi sürecinde herkes evine kapanmıştı ve hayatlarımız tam anlamıyla tepetaklak gelmişti. Doğa ananın gücünü bir kere daha fark ettik, çünkü insanlığa ”Durun ve artık kendinize gelin” mesajını verdi. Benim için samimiyet çok önemli. Duygularımı yaşarken planlı programlı olmayı, politik davranmayı sevmiyorum, neysem oyum ve yanımdakilerden be beklentim bu. Hayatınızda yaşadığınız zor zamanlar size arkanıza bakmadan gitmeyi öğretiyor, gerçek dostlukları pekiştiriyor, sahte olanı yok ediyor. Hiç tanımadığınız kişiler, en olmadık zamanlarda imdadınıza koşarken, çok sevdiğiniz biri, verdiği bir merhabanın hesabını sorabiliyor. Yani demem o ki, hepimiz yeterince sihirli bir dünyada yaşamadık mı?