Gülşah Elikbank; Türkiye’de ilk fantastik üçlemeyi yazan kadın yazar…
https://www.youtube.com/shorts/IFQvObTqQxU
SÖYLEŞİ
“Bazı hikayeler asla mutlu bitmez”
Gülşah Elikbank ile kitaplarını;İstanbul ve İzmir’i; edebiyat ve müziğin el ele verdiği yeni projesini konuştuk.
Yazar olmanızın öyküsü nedir desem?
Her ne kadar kendini her zaman yazarak ifade etmeyi seven biri olsam da, yazar olmayı düşünmem epey sonralara denk düşüyor. Ben iş dünyasının sahte pırıltılarından bunalıp kariyer değiştirenlerdenim. Aslında yaratımın belli bir anı olduğunu düşünüyorum hayatta. O an kapınızı çaldığında, onu takip ederseniz sizi farklı bir yere ulaştırıyor. Elbette bu epey cesaret istiyor. Hayatınızın tam ortasında her şeyi değiştirmek öyle kolay iş değil ama ben riski severim, başarı kadar başarısızlığa da hazırımdır. Öyle bir yolculuktu yazarlık da benim için. İlk romanım Günebakan Üçlemesi ile ülkede ilk fantastik üçleme yazan kadın yazar olmam da işleri biraz kolaylaştırdı belki de.
Gülşah Elikbank kimdir peki? Kendisine en çok hangi sıfatı yakıştırır?
En çok “iyi bir insan” sıfatını taşımak isterim. Dünyadan hafif adımlarla ama güzel izler bırakarak geçenlerden olmak isterim. Ne yazarlık ne de iş kadınlığı kendimi tanımlarken kullanacağım ana sıfatlar değil. Bunlar sadece birer araç benim için. Ben bir şifacı olduğuma inanıyorum. Bu şifayı insanlara ulaştırmanın zaman zaman yolları değişiyor ama bu, bir yolculuk aslında. İnsan kalmayı başararak bu gezegenden ayrılmak istiyorum.
İlk kitabınızı yayınlandığında neler hissettiniz?
Bahsettiğim gibi, ben yazar olma hevesi ya da hırsıyla girmedim bu yola. Benim anlatmak istediğim hikayeler, dertler, kederler vardı. Sadece bana ait değil, hepimizi ilgilendiren şeylerdi bunlar. Yalnızca birilerinin kalplere dokunacak şekilde kaleme alması gerekiyordu. Doğru zaman geldiğinde kalem de dile geldi, diyebiliriz. İlk romanım yayınlandığında değil de, ilk okur buluşmalarında ben yazarlığın ne olduğunu anladım aslında. İnsanları kelimelerinizle etkilemek büyülü bir şeymiş sahiden.
Gelişen teknoloji ile birlikte elektronik kitap ve sesli kitap gibi uygulamalar var. Hatırı sayılır oranda bir okuyucu kitlesi artık bu şekilde kitap okumayı/dinlemeyi seçiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ?
Ben ikisini de kullanmıyorum bir okur olarak ama romanlarımın böyle bir yolculuğu var. Çağa karşı gelemeyiz neticede. Bunu seven, tercih edenler de var. Kim nasıl seviyorsa. Araçlar o kadar da mühim değil.
Sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanıyorsunuz. Sosyal medyanın kitap okumayı olumsuz etkilediği seslendirilir çoğu zaman? Bir yazar olarak bu görüşe katılıyor musunuz?
Ben okurlarımla iletişim halinde olmayı seviyorum. Çocuk romanlarım ve gençlerin çok severek okuduğu romanlarım var. Onlar da internet dünyasının içinde yaşıyorlar. Onlara yakın olmak için orada olmam önemli. Yazarlık bir araç olunca, fil dişi kulenizde ulaşılmaz olmak gibi bir derdiniz de olmuyor haliyle. Sosyal medya, teknoloji ve çağın ruhu elbette okumayı olumsuz etkiliyor ama bundan kaçamayız. Her dönem farklı şeyler olur. Bunlara uyum sağlamak gerekli. Sonuçta edebiyat zaten bir kitle işi değil, her zaman azınlığa seslenir yazar.
Mutlu sonları sever misiniz? Kitaplarınız da işler misiniz?
Evet, ben mutlu sonlara inanırım. Ama o sonun da devamı olduğunu bilirim. Ölüm dışında gerçek bir sona inanmam. Bazı hikayeler asla mutlu bitmez, bunu da bilirim. Anlatmak istediğim şey ne ise, kendi sonunu yazar aslında. Yine de şunu bilmek gerekir, bir yazarı besleyen şey mutluluk değil, kederdir.
Dijital müzik platformu Onair Sahne ile gerçekleştirilen romanlarınızdan ilham alınarak bestelenen şarkılar var. Biraz bahseder misiniz?
Bu beni çok heyecanlandıran bir proje oldu. Bir rock starın hikayesini anlattığım Aşıklar Gece Ölür romanı bizi Onair Sahne ile buluşturdu aslında. Müzisyenler kendi dünyalarını anlatan bir romanı kendilerine çok yakın buldular ve şimdi o romandan ilham alarak her biri kendi besteleriyle katıldıkları bir albümün içinde yer alacaklar. Sanırım bu bir ilk. Edebiyat ve müziğin el ele verişi, okurları da bambaşka yerlere taşıyacak inanıyorum ki. Ben bestelenen şarkılar bana ulaştığında, onları dinlerken yeniden romanın ruhuna bürünüyorum. Bu da o şarkıların başarısını gösteriyor. Albüm hazır olduğunda Onair Sahne ile farklı şehirlerde çok ses getirecek söyleşiler de yapacağız. Bu projeye ilk inanmamı sağlayan da aslında Deniss’in bana ait olan “Daima” adlı şiiri bana sürpriz yapmak için bestelemesiyle oldu. O an, bir yazar ve müzisyenin ne kadar aynı noktadan hayata baktığını daha net hissettim.
Şu an İstanbul’da yaşıyorsunuz bildiğim kadarıyla İzmir’de de uzun zaman yaşadınız ve sık sık gelip gidiyorsunuz? En çok hangisinde yaşamak sizi mutlu ediyor?
Ben İstanbulluyum. Çocukluğum ve gençliğim bu şehirde geçti. Fakat son 11 yılımı da İzmir’de kendi isteğimle geçirdim. Birçok insan benim İzmirli olduğumu düşünüyor. Bir İzmirliden daha İzmirli oldum bu sürede galiba. İki şehre de aşığım. O yüzden ikisinden de vazgeçemiyorum.
Hayaliniz ne? Nobel Edebiyat ödülü alma gibi bir hedefiniz/hayaliniz var mı?
Yok, hiçbir ödüle inanmıyorum ben. Hepsi geçici ve ayrıştırıcı ayrıca. Edebiyatı da benden sonraya bir şeyler kalsın, ölüme kafa tutayım kaygısıyla yapmıyorum. Ben Oğuz Atay gibi, şimdi anlaşılmak istiyorum. Bu zamanın içinde var olmak… Ama bir sinema filmine imza atmak, bir tiyatro oyunu yazmak istiyorum. Elbette romanlarımın tüm dillerde okunmasını da hayal ediyorum. O ülkelere gitmek, görmek, o insanlarla tanışmak da istiyorum. Bu gezegendeki tutsaklığımı mümkün olduğunca eğlenceli ve neşeli geçirmek dileğim.
Klasik sorularımdan biridir. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapardınız?
Siyaseti ortadan kaldırırdım. Hepimiz rahat bir nefes alırdık.
N. K