KÖHNE BAHÂR
“Fasl-ı hazân / Vakt-i hazân / Berg-i hazân / Bağ-ı hazân / Bâd-ı hazân / Hengâme-i hazân / Dest-i hazân / Nakkâş-ı hazân / Hayyat-ı hazân / Eyyam-ı hazân / Reng-i hazân / Şekl-i hazân / Teşviş-i hazân / Hazin-i hazân / Rûy-i hazân / Rûz-i hazân / Giriftâr-ı hazân / Üstâd-ı hazân / Hazân yeli / Hazân-ı gam / Fasl-ı pâyiz / Berd-i harif / Har-ı harif / Bâd-ı harif”
Dur hele bir soluklan, demeyin.
Bunlar Divan Edebiyatı’nda SONBAHAR için yakıştırılan isimler. Hülya Bilge GÜLTEKİN araştırdı, yazdı…
Fasl-ı pâyiz irişüp köhne bahâr aldı yine
Dâğ-ı dil tazelenüp la/e-ızâr aldı yine
(Cevri G. 21411)
Derler ki divan şairleri pek de sevmezmiş sonbaharı. Köhne bahâr derlermiş hatta ona; gülleri döküp bülbüllerin yuvalarını tarûmar ettiği için.
Aceb midür yüreği kopsa bülbül-izârun
Ki tıfl-ı goncayı gülden düşürdi bâd-ı harif
(Sabit K. 9/ 7)
Pek de haksız sayılmazlar. Gül ile bülbülün yemyeşil bahçelerde vuslata erdiği mevsimin şairleridirler çünkü onlar. Köhne bahârı ve diğer mevsimleri ancak bir kıyas nesnesi olarak özneleri olan bâhâristanı yüceltmek amacıyla konuk ettikleri görülür bazı beyitlerine.
Bâhâristan vedâ idüp cihâna
Anı teslîm idüp vakt-i hazâna
(Enderunlu Fazıl K. 2/1)
Divan şairleri içinde bahardan esin almamış, Bahariye denen türde yazmamış şair yok gibidir. Bunun başlıca sebebi de sevgiliye ait gençlik ve güzellik unsurlarının baharın el değmemiş şairaneliğinde karşılığını fazlasıyla buluyor oluşudur. Baharın insan kimyası üzerindeki olumlu etkisi aşkın sebep olduğu dirilmeye eş değer tutulduğundan, bu durum onun divan şairleri tarafından diğer mevsimlerden daha fazla itibar görmesine sebep olmuştur. Geriye kalan mevsimler ise şiirlerde sadece tek bir özellikleri ile yer bulabilmişlerdir kendilerine. Temmuziye’ler sıcaklık, hazaniye’ler doğanın bozulması, şitaiye’ler ise soğukluk ve kar ile sınırlı kalmışlardır.
Nâm u nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan
Düşdi çemende berg-i dıraht i’tibârdan
(Bâki G.37111 )
Divan şairlerinde hep bir kaçış görülür sonbahardan. Ve hep ilkbahara doğrudur bu kaçış. Hep diriliğe, gençliğe ve güzelliğe doğrudur. Tabiat, canlılığını yitirmiştir artık çünkü. Ağaçlar yapraklarını dökmüş, bağlar bostanlar bozulmuş, çimenlerin ve çiçeklerin yerini çölü çağrıştıran kuru sarı bir görüntü almıştır. İnsanlar gibi kuşlar da çekmiştir kendilerini bu ölü tabiattan. Bir selviler kalmıştır yaprak dökmeyen bir de kargalar, göç etmeyen. Onlar da en iyi divan şairinin bile mazmunu olamayacak kadar ihtişamsız varlıklarıdır yeryüzünün.
Buna rağmen divan şairlerinin poetik şuuraltları sonbahara sadece köhne bahâr benzetmesi yapmakla kalmamış, şu benzersiz ifadelerle zenginleştirmişlerdir hazaniyelerini.
Fasl-ı hazân / Vakt-i hazân / Berg-i hazân / Bağ-ı hazân / Bâd-ı hazân / Hengâme-i hazân / Dest-i hazân / Nakkâş-ı hazân / Hayyat-ı hazân / Eyyam-ı hazân / Reng-i hazân / Şekl-i hazân / Teşviş-i hazân / Hazin-i hazân / Rûy-i hazân / Rûz-i hazân / Giriftâr-ı hazân / Üstâd-ı hazân / Hazân yeli / Hazân-ı gam / Fasl-ı pâyiz / Berd-i harif / Har-ı harif / Bâd-ı harif.
Çoğu hüznü çağrıştırıyor olsa da sonbaharın olumlu yönlerine yer veren hazaniyelere de rastlamak mümkündür divan şiirinde. Hazan hasattır. Rızkın elle tutulur, gözle görünür olduğu, ambarların kış boyunca her türlü ihtiyacı karşılayacak erzakla dolduğu mevsimdir. Hazan hazinedir. Sonbahar rüzgârının bir iksir gibi bağ ve bahçenin toprağını saf altına dönüştürdüğü mevsimdir. İhtiyacından fazlasını üretip satanların cebinin çil çil para gördüğü tek mevsimdir hatta.
Nice kim her sal iksiri gibi bâd-ı hazân
Bağ u râğın eyleye hakin seraser zer-i nâb
(Tacizade Cafer Çelebi K. 23/39)
Hazan huzurdur. Deli doluluk yerini dinginliğe, kalabalıklar tenhalığa, her fırsatta koşulan yaz eğlenceleri yerini uzayan gecelerin uzun dinlencelerine bırakmıştır. Huzur, hazırlıktır. Saça sakala ak düştüğü, tenin sararmaya, canın kararmaya durduğu vakittir.
Umûm-ı hatt-ı nev-hizünle riyûnu nola zerd olsa
Geçüp evvel bahâr-ı hüsnün eyyâm-ı hazân geldi
(Enderunlu Vasıf G. 129/3)
Hazan hakikattir. Gençliğin pırıltılı hayalleri yerini kaskatı gerçeklere bırakmıştır. Gelecek, hayallere vakit tanımayacak kadar yakın ve görünür olmuştur göze çünkü. Hırsın huzura teslim oluşu gibi güzellik de tacını sağlık ve afiyete devretmiştir artık. Aşksa gençlik anılarında sürdürür hükmünü, gelecek besbelli ölümündür çünkü.
Ahır olunca hüsn-i yâr vuslatı el virür veli
Fasl-ı hazânda görinen düşlerin itibârı yok
(Nevci G. 225/4)
Hazan ibreti alemdir. Gençlik ve güzellik nasıl geçip gidiyorsa, zenginlik ve saltanat da emanettir. Bâdı hazân onların da üzerine esecek, zengin, fakir, kral, soytarı demeden hepsini kara toprakla buluşturacaktır. Bir batılı şairin de dediği gibi “Şöhret, gençlik ve gurur; mezar hepsini alır.”
Saltanat tacını giyen âlemde mağrur olmasun
Nice sultan börkin almışdur begüm bâd-ı hazân
(Bâki K. 22/9)
Yukarıdaki beyitlerde de görüldüğü üzre divan edebiyatında sonbahar anlatıları üç temel üzerine kurulmuştur.
İlki sonbaharın tabiat üzerindeki yıkıcı etkisine ve bunun hem görsel hem de içsel sonuçlarına dikkat çeker.
Ey gönül bâd-ı hazân gör neylemiş gel bağa bak
Dehr elinden inleyüp yaşını döken dağa bak
(Muhibbi G. 1445/1)
İkincisi sonbaharla beraber başlayan hasatın ve kış hazırlıklarının bolluğunu ve bereketini konu edinir.
Aceb sâl-i meymûn aceb fasl-ı hurrem
Gönülden giderdi gam ile melâli
(Nev’i K.52/5)
Üçüncüsünde ise yaşlılık, ölüm ve faniliğin sonbaharla özdeşleştirildiği görülür.
Gelip bu bâğa bahâr u hazân eder giderim
Hezar-ı lâne-i aşkım figân eder giderim
(Osman Şems G. 90)
Sonbahar anlatısı denince ilk akla gelen unsur ya da imge de ağaçlardır elbette. Dıraht, bid, çenar, nihal; onlar olmasa sadece sonbaharın değil diğer mevsimlerin tasviri de çok zor olurdu kanımca. Ağaçların bukalemun gibi mevsimlere göre değişen hâlleri, divan şairlerinin hazaniyelerinde de sıkça ve bolca boy göstermekten geri durmamıştır.
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
(Bâki G. 371/2)
Bâki, bu beyitinde ağaçları tecrid hırkasını giyen dervişlere benzetir. Bâd-ı hazân, dervişin çileye girerken yaptığını yapar ve ağacın yemyeşil giysisini çıkarıp alır üzerinden. Tecrid, dervişin Allah’tan gayrısını aklından ve kalbinden çıkarması, kendini bu çileye adamasıdır. Bâki’ye göre hepsi birer dervişe dönen ağaçların bu çileli yolculuk sürecidir sonbahar.
Yine aldı her ağaç zer-hüllelerle hur-ı’ayn
(Lâmi’i Çelebi Mrb. 1/1 )
Lami’i Çelebi’ye göre ise sonbaharda her ağaç altın elbiseler giyen güzel gözlü kadınlara dönüşür.
Ağaçların olduğu her yerde en az onlar kadar yer alacak imgelerden biri de yapraklardır. Berg, varak; hazaniyelerde altına benzetilmektedir. Yine Bâki’nin aşağıdaki beyitinde işaret ettiği gibi bâd-ı hazânla birlikte altın sarısı yapraklarla bezenen gül bahçeleri, altın akçelerle dolu kuyumcu dükkânlarına benzerler.
Gülşene altun varaklar zeyn idüp bâd-i hazân
Gûyîyâ zer-kûblar dükkânı oldı gül-sitân
(Bâki K. 22/2)
İshak Çelebi ise neredeyse aynı şeyi ima ettiği beyitinde, yaprakları hazine sandığından saçılan altınlara benzetir.
Açdı hâzinesini yine hâzin-i hazân
Oldı cihân dest-i atâsiyle zer-feşân
(İshak Çelebi K. 16/1)
Usuli her ikisine göre daha hüzünlü bir bakışla tasvir eder dökülen yaprakları. Düşen her yaprakta ayrılığı görür. Yaprak gidendir, ağaç kalan. Her göreni öyle derinden etkiler ki bu hazin tablo, baharda kaskatı olan yürekler sonbaharda yaprak gibi titreyip yumuşamaya başlar.
Nevbahârım yüreğim taşdan ağaçdan berg iken
Şol hazân yaprağı gibi etdi lerzân ayrılık
(Usüli G. 60/6)
Hazaniyeleri ağaçlar ve yapraklar kadar dolduran bir başka imge de bahçelerdir kuşkusuz. Çemen, bostan, bağ, gülşen, gülistan; âşıkların kâh buluştuğu, kâh rastlaşıp göz göze geldiği mekânlardır. Bahariyelerde olduğu gibi canlı ve mutlu değildir buralar hazaniyelerde.
Bir derd ulaşdı bâğa ki zerd oldı çihresi
Levnî tagayyüri yarakandan virür nişân
(İshak Çelebi K. 16/8)
Sararıp solmuşlar, üzerlerini mekân edinen bütün canlı varlıklar tarafından terk edilmişlerdir. Ağaçların bir teselli gibi üzerlerine döktüğü altın varaklar ise cansızlığın canlı gibi görünen bir aldatmacasıdır. Bir ölüm öncesi iyiliği ve canlılığıdır.
Esse çün bâd-ı hazân gülşende kalmaz gül geçer
Yerini zâr u zağân tutar kamu bülbül geçer
(Muhibbi G. 388/1)
Ağaç dedik, yaprak dedik, bahçe dedik, onu en sona bıraktık ama en az bunlar kadar sonbaharı sonbahar yapan bir başka şey daha vardır ki o da hazân yeli, bâd-ı hazân, bâd-ı harîf yani rüzgârdır. Hazaniyelerde yıkıcı bir imge olarak yer alır rüzgâr.
Çıkdı bir sarsar-nüma bâd-ı hazân-ı merg kim
Soldı gülzâr-ı letâfetde hezâran verd-i ter
(Neşati Tk. B. 1/13)
Azrail gibidir hatta. Canlı olan her şeyin korkulu rüyasıdır. Ne zaman esip neyi önüne katacağı hiç belli olmayan nefesidir ölümün.
Bâğ u râğı ser-te-ser geşt itdi çün bâd-ı hazân
Her yana kılsan nazar berg-i şecer pâ-mâl olur
(Muhibbi G. 898/4)
Anlatının başında mazmunları gül ile bülbül olan divan şairlerinin sonbaharı pek de sevmediklerini söylemiş olsam da onun yıkıcılığından ilham alıp âşığın sevgili üzerindeki etkisini fasl-ı hazân üzerinden tasvir edenler de olmuştur. Hayali de onlardan biridir.
Ten-i zerdümde her tirün olaldan kana müstağrak
Neyistandur ki peyda eyledi fasl-ı hazan ateş
(Hayali G. 228/2)
Bu beyitinde sevgilinin kirpiğini kanlı bir ok olarak tasvir eden Hayali, yaralı âşığın solmuş tenindeki kanlı kirpikleri fasl-ı hazânın sararttığı kamışlar arasından süzülen güneşe benzetmiştir. Kimileri de Çakeri gibi, sevgilisini selviye benzeterek esas güzelliğin hazânın yıkıcılığından âzâde olduğunu vurgulamak için açmıştır beyitlerini sonbahara. Onun, selvinin diriliğiyle özdeş kılmaya çalıştığı güzellik, ruhun bedensiz ve ölümsüz olan güzelliğidir. Sonbahara meydan okuyabilecek tek güzellik de budur ona göre. Zamandan ve mekândan öte, ezelden ebede, sonu ve ölümü olmayan tek aşk da bu güzelliğe duyulan ilahi aşktır.
Gülşende bir gül-i ter yokdur hazândan âzâd
Ol serve bendeyem kim hergiz hazânı yokdur
(Çakeri G. 28/4)
Behişti’ye gelince hislerime bire bir tercüman olmuştur diyebilirim aşağıdaki beyitiyle.
Çemen sahnında âteş-bâz-ı âhumla hazân mânend
Sararsın nergis-âsâ gül benefşe ergâvan yansun
(Behişti G. 3)
Bana göre de öyledir; tabiatı sararıp solduran hazân değil âşıkların yüreğini yakan ateşin kendileriyle birlikte etrafı da yakıp küle çevirmesidir. Sonbahar geldiğinde atmosferi sık sık saran kurşunîlik de bunun kanıtıdır adeta.
Eşküm revân olur ruh-ı zerdümde gûyîyâ
Berg-i hazân içinde akar zer-nigâr ab
(Ahmet Paşa K. 37119)
Ahmet Paşa’ya gelince, sevgilinin gözyaşlarını altın damlaları gibi akan suya benzettiği için onu en sona bıraktım ve bir türlü gelemedim, ona göre sevgilinin bahara benzeyen güzelliği karşısında âşığın yüzü akarsuların üzerini örten sonbahar yaprağı gibidir. Ve nasıl da büyüleyici bir benzetmedir bu. Aklımdan asla çıkmayacak, çıktıkça beni benden alacak güz tasvirlerinden biridir.
Bu derin ve dokunaklı tasvirlerinden dolayı mıdır bilmem ama sonbahara en yakıştırdığım okumalardan biri de divan edebiyatı okumalarıdır. Mevsime özgü melankolik atmosferi fırsat bilip Köhne Bahâr üzerinde çalışırken dibi paha biçilemez hazaniyelerle dolu, yüzeyi güz güneşinin narin prıltılarıyla bezeli bir okyanusa dalıp dalıp çıktım adeta. Her dalışımda da beni büyüleyen hazinelerden birini çıkarıp almayı ihmal etmedim. Buraya bıraktıklarımla bu hazzı ucundan köşesinden sizlere de yansıtabildiysem ne mutlu bana..
Ustaların sözü üstüne söz, şiiri üstüne şiir olmaz ama ben altına bırakıyorum kendi güz fısıltılarımdan küçük bir parça. Ve bu yazdıkça uzayan yazıyı onunla bitiriyorum.
adın sonbahar olmalı senin
vakitli vakitsiz yaprak döküyor gözlerin
Hülya Bilge GÜLTEKİN
Video Edit: Oğuz HAKSEVER