“Bütün mesele aşı olmak, ya da olmamak”
1 Aralık 2019’da Çin’in Hubei bölgesinin başkenti Vuhan’da ortaya çıktı Covid-19 veya koranavirüs pandemisi.
Çeşitli hastalarda belirli bir neden olmaksızın gelişen, tedavi ve aşılara cevap vermeyen bir zatürre görülmesi üzerine SARS-CoV-2 olarak adlandırılan yeni bir koronavirüs teşhis edildi. 2020 Ocak ortası itibariyle dünya geneline yayılmaya başladı.
Hastalığın yol açtığı ilk ölüm 9 Ocak 2020’de, Çin dışında ilk vaka ise Vietnam’da bir babanın oğluna geçirmesi şeklinde meydana geldi.
Daha sonra Çinli bir iş adamının Alman bir adama bulaştırmasıyla Almanya’nın Bavyera eyaletine atladı… Derken gerisini hepimiz biliyoruz. Bu bilgiler Covid-19 pandemisi vikipedi’nden.
Sonra neler oldu hep birlikte yaşadık.
Daha önce de covid-19 pandemisiyle ilgili yazı yazmıştım, işin duygusal kısmıyla ilgiliydi. İçinde bulunduğumuz aşamada bambaşka boyutlar kazanan bu kabustan artık uyanmanın yollarını arar olduk. Böyle bir virüsün laboratuvar ortamında yaratılmış olmasından tutunda aşı yoluyla hepimize çip takılacağı söylentilerine kadar aman tanrım ne çok psikolojik işkenceler yaşadık, yaşıyoruz.
Geldiğimiz noktada duygusallık, uyanış, hayata farklı pencereden bakış, acayip komplo teorileri falan gibi aşamaları çoktan geçtik.
Salgına karşı ülkelerin aldığı önlemler sırasında dünyanın neredeyse %90 civarında bir kesiminde sosyal izolasyon uygulandı. Böyle bir kapanmanın ülkeler üzerinde ciddi ekonomik daralmaya yol açması kaçınılmazdı.
Şöyle bir araştırdım; Pandeminin başlangıç yeri Çin olduğu için, alınan önlemler sonucu ilk ekonomik tahribat Çin ekonomisi üzerinde olmuş.
Ortalıkta dolaşan bir şehir efsanesine göre; Çin bu hastalığı dünyaya yayıp ekonomik açıdan güçlenerek dünyaya hakim olacakken!!!… Son 30 yılda ilk defa sanayide daralma yaşamış.
İlk başlarda daha düşük ekonomik kayıp tahmininde bulunan ülkeler hasarın daha yüksek olacağında dair güncellemeler yapıyorlar. Kapanma süresi uzadıkça ekonomik tahribatlar artacaktır. Sözü fazla uzatmayacağım. Etkili bir tedavisi olmayan bu salgın hastalığın yok edilebilmesi için iki doğal bir de yapay yol var.
İlk yol; Yıllarca sürecek bu salgında yerkürede yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu doğal yollarla virüsle karşılaşarak toplumsal bağışıklık kazanır, ölen ölür kalan sağlar bizimdir deriz.
İkinci yol; Mutasyona açık olan bu virüs bir büyük mutasyon geçirerek insandan insana bulaşma kabiliyetini kaybeder diğer coronavirüsler gibi tarihe karışıp gider. Fakat mutasyon virüsün çok daha ölümcül de olmasına yol açabilir, bu durum çok düşük bir ihtimal de olsa insanlığın yok olmasına kadar gidebilir.
Tüm bu doğal süreçlerin insanlığın kaç yılına mal olacağını, yaratacağı toplumsal hasarı tahmin bile edemeyiz!
Üçüncü yol aşı olmak; Şu an elimizde virüse karşı sadece bu silahımız var. Aşılanmaktan başka bir çare görülmemekte. Son 2 yüzyılda iki büyük buluşla insan ömrü uzamış ve dünya nüfusu artmıştır; Aşı ve antibiyotik.
Dünya’da rutin olarak aşı üreten, yeni aşı üretme-geliştirme kapasitelerine sahip çok uluslu şirketler var. Bunlar arasında acımasız bir rekabet söz konusu, muazzam bir ekonomik güç söz konusu olduğundan zaman zaman etik değerlerin de dışına çıkılıyor olması bizi pek şaşırtmamalı. Bu rekabetin yarattığı bilgi kirliliği internet ortamında yayılarak karşımıza çeşit çeşit fantastik senaryolarla çıkmakta.
“Aşı kafa karışıklığı” Covid-19 semptomlarına dahil edilmeli bence. Bizim gibi kendi aşı teknolojilerini stratejik olarak geliştiremeyen uluslar bilgi kirliliğinin ana hedefleri.
Soruyorum; Daha ne kadar böyle devam edeceğiz?
Salgının ilk dönemlerinde Amerikan halkının bazı kesimleri “Benim vücudum, benim kararım” diyerek maske takmayı bile ret ediyor, ellerinde pankartlarla geziyorlardı, ne oldu? İşte hep birlikte yaşadık.
Covid-19 pandemisinin yarattığı sorunların küresel ekonomiye olan ciddi etkileri hükümetlerin aşı geliştirme çalışmalarını hızlandırmak için görülmedik ölçüde kaynak aktarmalarına sebep oldu.
ABD Hükümeti Pfizer-BioNTECH aşısının geliştirilmesi için Temmuz ayında 2 milyar dolarlık kontrat yaptı. Aşı keşfi, üretimi ve dağıtımını hızlandırmak için “ışık hızı operasyonu” (operation warp speed) adlı bir programla firmalara sağladığı fon 10 milyar dolar.
mRNA aşılarının üretiminin kolay ve hızlı olması durumu kurtarabilir, aksi halde dünya nüfusunun ancak %20 kadarı aşıya ulaşabilir ki bu durum hala kan ter içinde debelenmekte olduğumuz bu kabustan bizi uyandıramaz.
Aşının koruyuculuğuna gelirsek; büyük insan topluluklarına uygulanan aşının koruyuculuğu her birey için aynı olmaz.
Bazen aşı hastalığı önlemez fakat hafif atlatmayı sağlayabilir.
mRNA aşıları üç hafta arayla iki kez uygulanıyor, çeşitli sebeplerle ikinci doz aşıyı olmayanlar aşının ilan edilen koruyuculuk seviyesinin yanına dahi yaklaşamıyorlar.
İlaç geliştirme çalışmalarında önde gelen Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya’nın öncülüğünde kurulan, Türkiye’nin de 2020 yılında tam üyesi olduğu Uluslararası Harmonizasyon Konseyi’nin kılavuzlarına uygunluk aşı ve ilaç geliştirmede önemli bir güvence.
Bir ilaç ya da aşının araştırma safhasından kullanıma geçmesi etkililik ve güvenliliğinin her düzeyde ispat edilmesi ile olur.
Pandeminin ciddiyeti aşı geliştirme çalışmalarının hızlandırılmasını zorunlu kıldı.
İçinde bulunduğumuz şartlarda zamana karşı yarış söz konusu olduğundan üretim ve dağıtım planları daha aşı geliştirilirken yapıldı. Acil kullanım onayı almış ya da faz3 aşamasına gelmiş aşılar üretim kapasitelerini hızla artırıyorlar.
Şöyle bir bakalım; Normalleşmeyle birlikte deniz kenarlarına akın eden, köyündeki akrabalarına koşan, restorantlarda, kafelerde dip dibe oturan yurdum insanı manzaraları muhtemelen bizi çok iyi yerlere götürmeyecek. Üstelik aşılanma yoluyla toplumsal bağışıklık henüz kazanılmamışken ve “aşı kafa karışıklığı” semptomları gösteren insanlar azımsanmayacak derecede çokken!
Ağustos böceği misali yazları bir haller oluyor bize.
Sanki pandemi geçti gitti, her şey normale döndü gibi bir havaya giriyoruz. Hükümetimiz turizmi desteklemek amacıyla bizleri serbest bırakıyor, zaten buna dünden hazırız. Tüm yazı şarkılar söyleyerek geçirir, Sonbahar’la birlikte melankolik, pandemik, karışık hallere bürünürüz yine. Bu sene de böyle olacak, geçen seneden farkı olabilirdi eğer; Sonbahar’a kadar toplum bağışıklığını sağlayacak düzeyde aşı yapılabilseydi. Ben bu konuda giderek ümidimi yitiriyorum.
Çocuklarımız evlerde kaldı, okul kavramı bilgisayar başında çekirdek çitleyerek boş gözlerle izlenen derslerden ibaret hale geldi. Küçük ve orta ölçekli işletmeler son demlerini yaşıyorlar bir kapanmayı daha kaldıracak güçleri kalmadı. Müzisyenler intihar ediyor, zaten mutsuz olan yurdum insanı her geçen gün daha da mutsuz hale geliyor. İşsizlik, parasızlık diz boyuydu zaten pandeminin önüne geçilemezse olacakları düşünmek dahi istemeyiz öyle değil mi!
Bir kısa hikaye ile bitireyim; 6 Temmuz 1885 yılında Joseph Meister adlı bir çocuk kuduz bir köpek tarafından on dört yerinden ısırıldığında anne ve babası çocuğu Pastuer’e getirdi. Pasteur daha önce sadece hayvanlar üzerinde denenmiş olan kuduz aşısını çocuğa uygulamakta ilk önce tereddüt etti, durum çok acildi, müdahale edilmesi gerekiyordu o gün kuduz aşısını ilk kez bir insana yaptı.
Sonuç; Çocuk kurtuldu ve o günden sonra kuduz hastalığının da aşısı bulunmuş oldu. Bilime inanır onun tuttuğu ışığın arkasından gidersek içine düştüğümüz bu çukurdan çıkma ihtimalimiz daha yüksek sanki ne dersiniz?
Yukarıda paylaştığım bilgiler internet ortamından sağlanmıştır. Sorgulayın elbette fakat mantığı elden bırakmayın, yoksa “aşı kafa karışıklığı” sendromu çok ağır bedellerle ödenebilir.
Hüma SEVİM
Anne With An E,Hüma Sevim