“Anne With An E”… Ya da, Hüzünle Karışık Umut!

0

“Anne With An E”… Ya da, Hüzünle Karışık Umut!

Hani şu geri dönmeyecek zamanlar var ya, içinden geçip giderken anlamadığımız!
Sonra düşündüğümüzde keşke dediğimiz…!
İşte bu tür duyguları yeniden hissettiren bir dizi seyrettim adı “Anne With An E”…

Hayatımı sorgulattı, başkahramanın yaşında bir hayalperest olmak şansını yeniden istedim. Hüzünle karışık umut oldu bana.
Anne muhteşem bir karakter çünkü.

İçinde yaşadığı dönemin kalıplaşmış düşüncelerine başkaldırmak gerektiğini doğuştan gelen bir doğallıkla hayata geçirebilen pozitif biri. Yaşamdan zevk almayı yine damarlarında dolaşan kan kadar öylesine doğal becerebilen bir genç kız ki, on insandan iki tanesi böyle olsa Dünya değişirdi sanırım.

Öksüz ve yetim olarak bir yetiştirme yurdunda büyürken çiftlik sahibi orta halli bir abi kız kardeş tarafından evlat ediniliyor. Asıl hikaye Anne’in bu insanların hayatlarına yaptığı büyülü dokunuş. Abi ve kız kardeş zamansız kaybettikleri erkek kardeşlerinden sonra hayattan ellerini çekmiş ne bir adım ileri gitmiş ve aslında ne de yaşamışlar. Aşk, hayal ve güzel ne varsa hepsinden uzak durmuşlar. Gülmeyi unutup sadece nefes almakla yetinmişler. Ta ki Anne hayatlarına dahil olana dek!

Bu dediğimi yapan çok insan biliyorum… Biliyoruz öyle değil mi?
Evet yaşamak öyle şakaya gelecek bir şey değil fakat bunu bilmek neyi değiştiriyor? Sevdiğimiz birinin kaybının telafisi yok elbette, unutacak ve umursamazca yaşayacak değiliz. Benim asıl dikkatimi çeken bu olmadı zaten. Zira böyle bir durumda kimin ne tepki göstereceğini kestirmek güç, yargılamak ise mümkün değil.
Her ne ise ben bir kitap, bir film ya da bir dizi üzerinden anlatmayı daha konforlu bulduğum şeylerden bahsedeceğim.

Bunu daha önce de yaptım, böylesi daha elle tutulur oluyor sanki.
Her kitap, her film, ya da her dizi değil ruhuma dokunanlardan bahsetmeyi seviyorum. Bu kez “Anne With An E” diyorum!

Kanadalı yazar Lucy Maud Montgomery’nin ilk olarak 1908 yılında yayımlanan eseri “Yeşilin Kızı Anne” in sayısız uyarlamasından biri bu kez Netflixte bir dizi olmuş.
Anne öylesine hayat dolu ve böylelikle hayatı dolduran ve anlamlandıran bir kız ki! Yetiştirme yurdunda geçen zorlu yıllarında onu kurtaran müthiş hayal gücü olmuş. Kendisini bir prenses olarak hayal edip, yaşadığı çirkinliklerden kaçıp bambaşka bir dünyada koruma altına almış. Zor başlayan hayatının yeni umutlarla geldiği kasabada güzelleşeceğine inanan sevgi dolu bir karakter.

İnsanlar belirlenen sınırlar içinde yaşayıp gitmenin konforuna alıştıklarında dışarıdan gelen en ufak yabancı davranış şekline tepki gösteriyorlar. Geldiği gibi giden yaşamlarında herhangi bir pürüz istemiyorlar çünkü bu olduğunda rahatları kaçacak…Çünkü bildiklerinden başka şeyler olduğunu fark etmek gereksiz yük oluşturacak. Anne’in geldiği kasabadaki insanlarda işte böyle yaşayıp gidiyorlar. İlk başlarda sadece yaşıtları değil yetişkinler tarafından da aşağılanıyor, bunun sebebi evlat edinilmiş olması. Zor geçen yetiştirme yurdu yıllarından sonra bin bir umutla geldiği yerde bu ona büyük bir hayal kırıklığı oluyor.
Yaşamaya başladığı çiftlikte kaybolan değerli bir eşyayı onun çalmış olabileceği düşünülünce de evden kaçıyor. Eşya bulununca yaptıklarından çok pişman olan yeni ebeveynleri geri getirmek için peşine düşüyor ve buluyorlar onu. Burada o kadar güzel bir sahne var ki; Bir tren istasyonunda cebinde tek kuruşu olmayan Anne insanlara; Size şiir okumamı ister misiniz? Diye soruyor. Okuduğu şiirler karşılığında birkaç kuruş kazanmaya başladığı o ilk gün onu bulup özür dileyip çiftliğe geri getiriyorlar. Şiir okuyarak para kazanmak fikrini yaratan o akıl çok güzel!

Hayata bağlı, görebileceği güzelliklere müthiş açlık duyan bir kız. Konuştukları karşısındaki insanları biraz şaşırtıyor, çünkü fazla sevgi dolu ve coşkulu. Sadece bu halini seyretmek bile, hayatta neleri kaçırmış olabileceğini sorgulatıyor insanlara. O hiçbir şeyi kaçırmak istemiyor, bulunduğu zaman diliminde kadınların geri plana itiliyor olmasını içinden gelen bir doğallıkla ret ediyor.
Yeni bir yaşama başladığı kasabanın okulunda evlatlık olmasının yanında kızıl saçlarıyla da dışlanıyor. Zor günler ve hatta okula gitmemekte direnmelerin ardından ona inanan ve seven bir zengin aile kızı tarafından destekleniyor, ilerleyen zamanlarda en iyi arkadaşı da bu kız oluyor. Anne arkadaşının sadece evlendirilmek ve kocasını mutlu etmek üzere planlanan hayatını da kökünden değiştiriyor. Farklı kişiliği ve hayal dünyasıyla etrafına birkaç kız arkadaş daha topluyor. Böylece okul daha güzel bir yer haline geliyor onun için.
Tek bir sınıf ve tek bir öğretmen var bu okulda. Erkek öğretmen son derece niteliksiz ve dar görüşlü, ilerleyen günlerde cinsel kimliğinden dahi emin olmadığını fark edeceğimiz silik bir karakter. Sınıftaki kızlardan biriyle platonik aşk yaşıyor bu hal evlilik aşamasına kadar geliyor. O devirde on sekiz yaşına gelmiş her kızın artık evlenmesi gerektiği düşünülüyor. Bir dizi olaydan sonra şiir okuyarak para kazanma sahnesinin ardından karlı bir günde kilisede kıyılacak nikah sırasında gelinin evlenmekten vazgeçip koşarak kaçması, ardından Anne ve diğer kızlarla birlikte sevinç içinde karlarda yuvarlanması en vurucu sahnelerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Hayatımızın rotasını belirleyen bir takım karar anları, içinde yaşarken idrak edemediğimiz fakat bizi geri dönülmez yerlere götürebilecek kadar kritik. Dümeni elimize alma cesaretini gösterip rüzgara karşı yol almaya başladığımızda gerçekten yaşamaya da başlıyoruz sanırım. Kızların karda kahkahalar atarak yuvarlanması bir tür özgürlük resmi oluşturuyor ve seyredene ben bunu hayatımın herhangi bir aşamasında yaptım mı? Ya da yapsaydım ne olurdu diye sorgulatıyor.


Anne, edebiyata meraklı, okuyan ve yazan bir kız. Ormanda çalılardan, bulabildiği tahtalardan küçük bir barınak oluşturuyor. Burada kız arkadaşlarını toplayıp hayal kurmanın güzelliğini gösteriyor. Birlikte hikayeler yazıp birbirlerine okuyorlar. Kızlar bugüne dek görmedikleri, üzerinde düşünmedikleri bu şeyleri yapmaktan büyük keyif alıyorlar, aslında büyüleniyorlar.

1800’lü yıllarda Anne, iki kişinin birbirini sevmesinin yeterli olduğunu düşünüyor ve kafasında bir hayat arkadaşı modeli geliştiriyor. Bunun için evlilik şart değil, kişilerin birbirini olduğu gibi kabul edip, değiştirmeye çalışmadan hayat arkadaşı olarak muhteşem yaşayabileceklerini düşünüyor.

Okulda diğer erkek çocuklardan farklı biri var, resim yapıyor. Sanatçı kişiliği, farklı davranışları onun da dışlanmasına sebep oluyor elbette. Anne’in hayal kurma evine o da katılıyor, resim yapıyor. Öğretmenlerine cinsel kimlik kararsızlığını yaşatan çocukta bu ve tam da bu sebepten ağır cezalara ve aşağılanmalara mağruz kalıyor, resimleri yırtılıyor. Ormandaki kaçış noktasında o da mutlu oluyor. Daha sonraları Anne’in en samimi arkadaşının bir akrabası sayesinde gittiği bir balodaki izlenimleriyle heykel yapmaya da başlıyor, giderek kendini daha çok farkına varıyor.

Yine ardı ardına gelen bir takım olaylar sonrasında Anne okuldan birine aşık oluyor burada olaylar iki tarafında birbirine açılamaması yüzünden biraz karmaşık ilerliyor fakat üniversiteye başlayacakları yıl her şey netleşiyor.
Asıl bahsetmek istediğim farklı cinsel tercihi ve sanatçı kişiliği olan erkek arkadaşını her haliyle kabul etmek şöyle dursun, doğal olarak sevgiyle kucaklaması ve hayat arkadaşı olarak onu seçebileceğini söylemiş olması… Bu kocaman yürekli kızın bize insan olmak nasıl bir şey göstermesi.

Bir süre sonra öğretmen değişiyor ve yerine korselerin içinde nefes alamayan ve elbiseden başka bir şey giymeyen kadınların zamanında, korse takmayı ret eden, pantolon giyen harika bir kadın öğretmenin gelmesiyle, Anne ve arkadaşlarının yoluna güçlü bir ışık tutuluyor. Böyle bir öğretmenim olsa hayatımda birçok şeyi farklı yaşardım sanırım. Bu arada kızlardan biri okuldaki bir erkek tarafından taciz ediliyor devamında bunu yapan erkek diğerlerine bir marifetmiş gibi anlatıyor. Olaya maruz kalan arkadaşının bu çocukla evlenmesi gerektiği diretiliyor sonrasında. Anne bunu öğrenince aydın öğretmenlerinin önderliğinde kendi baskıları olan ve başyazarlığını yaptığı okul gazetesinde bu konuyu kadınlara yapılan bir haksızlık olarak gördüğünü cesurca yazıyor ve ortalık yerinden oynuyor. Bu durum öğretmenlerinin kasabadan gönderilmesine yol açacak hale kadar geliyor fakat sonra bir şekilde ortalık yatışıyor. Bu yaptığı oldukça cesur hareketin öyle tatsız sonuçları oluyor ki, insanların bağnazlığı iyice göze batıyor ve tabii ki Anne’in ışıltısı da.Çok kabaca anlattım seyretmenizi ya da daha iyisi kitabı okumanızı tavsiye ederim. Bahsettiğim bu olaylar 1870’lerde geçiyor, iki asıra yakın zaman geçmiş üzerinden geçmesine ama ne değişmiş?

Kadınlar hala aşağılanıyorlar hatta kendi kararlarını almaya kalktıklarında öldürülüyorlar!
İnsanlar hala birbirlerinin farklılıklarına saygı duymuyorlar!
Sevgiden ve yaşamda olmanın muhteşemliğinden bir haberler!
Sadece yaşamak değil, yaşamı anlamlı kılabilmek güzel olurdu. Bu değişir mi bilmem, umutsuz muyum bunu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey sevgi ve farklı olana saygının birçok şeyi halledebileceği ve Anne gibi insanların çoğalması gerektiği.
Umarım bir gün gözlerimiz dolarak seyrettiğimiz bu filmlerin bir adım ötesine geçebilir hayat.

Sevgiyle kalın.

Hüma SEVİM

 

HümaSEVİM/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 12 Haziran 2021

Anne With An E,Hüma Sevim