Covid 19 ile Yaşama Uğraşı Üzerine Serbest Çağrışımlar
Bir süre önce şöyle yazmıştım;
‘Hayatı bir nehir olarak düşünelim… Ben şu an bu nehrin kum, çakıl taşları ve çamurla sürükleyip getirdiği yerdeyim. Akıntının beni bıraktığı bu yerde çamurdan, kumdan, taşlardan ayrışmam mümkün değil artık.
Aynaya bakalım mı ?
Tüm Dünya’nın içine düştüğü karanlığa rağmen kendimizi görebilmemiz mümkün mü?
Biz ve diğerleri ayrımı bile kalmamışken ve hepimiz bu kadar savunmasızken… İçimizde bir yerlerde geri dönülemez değişimler olurken… ‘
Yine bir yazımda şunu söylemiştim;
‘ Aynaya baktığımda gördüğüm ben, aslında görmek istediğim ben değilim ve aynanın önüne gelene kadar içimde yaşadıklarım aynadaki görüntümle yabancılaşmama sebep oluyor.’
Şimdi bunları neden yazıyor diyeceksiniz… Yazıyorum çünkü; Uzun zaman oldu hayat normal akışında gitmiyor, gidemiyor. Dönüşüyoruz farkında mısınız? Bu bir metamorfoz; böceğe de, bir kelebeğe de dönüşüyor olabiliriz; zaman gösterecek.
Gerçi iyi kötü bir fikrimiz vardır elbet fakat yine de sonu kesin değildir hiçbir şeyin.
Bir böceğin kanatları çıkar uçar gider, bir kelebek kozadan çıkamadan yok olur gider.
Sonu iyi ya da kötü olsun herhangi bir şeyi deneyimliyor olmak hayata dairdir ve zaten yaşamda olmak, yaşıyor olmak böyle bir şeydir.
Deneyimlediğimiz bu şey; önüne geçilemeyen, sınır tanımayan bu pandemi ortamı sahip olduğumuz fakat yerini bilmediğimiz bazı şeyleri ortaya çıkardı. Mesela hayatta kalma içgüdümüz o kadar aktif ki, bir şey oldu; Binbir güçlükle baskılamaya çalıştığımız zaaflarımız işte oradalar gün ışığıyla buluştular.
Onları yok sayamıyoruz, çok şey değişti, savunma mekanizmalarımız zarar gördü.
Haz odaklı yaşamaya başladık.
Çünkü dikkatimizi ölüm kalım savaşından başka şeylere vermeli ve bu şekilde rahatlamalıyız.
Hadi, aynaya bakın;
-Diyebiliyor musunuz?
Başka çaremiz yok. Korunaklı dünyamızda, kendimize oluşturduğumuz o kozanın içinde yaşarken birden bir şeyler değişmeye başladı. Önceleri yavaştı, giderek gücünü ve hızını arttırdı. Kozamızın incelmeye ve dayanma gücünü yitirmeye başladığını farketmemiz ve paniklememizle beraber hayatta kalma içgüdümüz gelip her şeyimizi ele geçirdi.
Bu durum kişiyi hem güvende kalmaya iter hem de ne kadar da kırılgan ve savunmasız olduğunu derinden hissettirir aslında.
Böyle hissetmek hem teslimiyeti hem de bir takım ilkel duyguları açığa çıkarır.
Şu “anı yaşayın” olayından bahsedeyim biraz; Bunu yapabiliyor musunuz ?
Yapmanızı beklemiyorum, şahsen ben daha önce de yapamıyordum, şu an daha da çok yapamıyorum.
Aynaya bakın!
Daha fazla endişeli ve daha korkak değil misiniz?i Anda olmak sizi zaten hep belirsiz olan gelecekten koruyacak mı?
Bazılarımızda şu olmuştur belki; Başımıza ne gelecek bilmiyoruz o halde şu an iyi yaşayalım! Zaten sanırım anda olmanın Türkçe meali bu, yapabilen varsa tebrikler.
Her neyse evlere kapandık, dışarı çıkıyor bile olsak zaten maskelerimizle nefes almaya çalışıyoruz.
Aslında nefes alamıyoruz!
Hissetmemeye başladık sanki… Sizce?
Tüm hayatımız boyunca ilk kez özgürlüğümüz bu kadar elimizden alındı. Sahip olduğumuzu farkında bile olmadığımız bir takım şeylerden bahsediyorum… Sahipken önemini farkında olmadığımız bir takım şeylerden.
Şöyle bir düşünelim; En kötü günümüzde bile kendimizi dışarıya atıp rüzgarın yüzümüze değdiğini hissedebilirdik. Amaçsızca yürüyorken hayatımızı tehlikeye atabilecek bir hastalıkla burun buruna olduğumuzu düşünmemize gerek yoktu. Kapının koluna, asansörün düğmesine dokunmak bir sorun teşkil etmiyordu. Buralara girmeyeceğim. Ben daha çok kafamızda olup bitenlerden bahsediyorum.
Kapının kolu demişken; Yine bir alıntı not almışım, “Kapının koluna uzanacak yaşa geldiğinde gitmeyi de öğrenir insan.”
Halbuki şu an kapının koluna uzanmak artık bir şey ifade etmemeye başladı galiba.
Gitmekte öyle.
Dünya üzerinde gidilebilecek bir yer var mı, kaçalım bu virüsten ?
Yok!
Öyleyse kaldık!
Fürug Ferruhzad’ın şiirinde söylediği gibi; “Gittik, gittik, gittik sen bana ben sana gittik; Anladık ki dünya yuvarlak kaldık!”
Şimdi bu kalma durumuna gelecek olursak; Durağan olmak, hareketimizin kısıtlanması da tadımızı kaçırmıyor mu? Üç hafta evdeyiz, öylece kaldık! Bu üç haftadan çok önce zaten öylece kalmamış mıydık? Hareket yoksa hayat yok!
Çok eskiden Venedik’te bir hapishane varmış, görmüştüm kanallardan birinin üstündeki bir köprüden geçilerek gidiliyor. Köprünün üstü duvarlarla örülmüş yani kapalı. Bu duvarların üzerinde bir pencere açılmış; Adı: “son bakış penceresi”. Çünkü hapishaneye giderken mahkumlar son kez bu pencereden Venedik’e bakıyorlarmış. Son kez bakıyorlarmış çünkü; Hiçbir mahkum bu hapishaneden sağ çıkamıyormuş. Buradaki mahkumların yemeklerine cam kırıkları karıştırılıyormuş, yemekleri yiyen her mahkum yavaş yavaş ölüme gittiğini bilmiyor, sonunda hapishaneden canlı çıkamıyormuş..
Ölüm olmasa da, yemeklerimize cam kırıkları karıştırıldığını hissediyor gibiyiz biraz sanki.
Çok mu karamsar oldu?
Aynaya Bakın…
Ne görüyorsunuz?
Ne yapalım yani dışarıda mevsim bahar, kuşlar ötüyor, gökyüzü masmaviyse ve biz evde kalmak zorundaysak…
Hayatın yörüngesi şaşmış, ruhumuz öylece ortada kal gelmiş halde duruyorsa…
Ne yapalım? Nerelere kaçalım?
Şöyle bir sirkelenip kendimize gelecek olursak; Yaşamda olmak bu kadar kolay bir hal değil. Demem o ki; Kolayca pes edilecek kadar küçümsenemez. Bu böyle olsun diye değil; Böyle olmak zorunda olduğundan…başka yolu olmadığından böyle.
Aynaya bakın!
Gördünüz mü ?
Bir şekilde bu işin içinden çıkacaksınız. Zaaflarınızla, güçsüzlüklerinizle, korkularınızla barışın… Onları kucaklayın. Bundan sonra ki yaşamınızda tanıştığınız ve kabullendiğiniz bu halinizle daha güçlü olacaksınız.
Bu yaşadığınız şey sizi yaşama daha kuvvetli bağlayacak.
Nasıl ki baharın gelmesini hiçbir şey engelleyemiyorsa, umut etmenizi, hayal kurmanızı da hiçbir şey engelleyemez.
Nazım Hikmet’in dediği gibi “yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın. Bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden…”
Bakın bakın aynada bunu göreceksiniz zaten!
Hüma SEVİM
humasevim02@gmail.com