Barbarlar bugün geldiğimiz hali görseler…
“Cevap sevgidir ve çok iyi biliyorsunuz ki sevgi, büyümesine izin vermemiz gereken bir çiçektir”
John Lennon
İnsanların göçebeliği terk ederek yerleşik toplumlar oluşturduğu, ailenin, paranın, devletin ortaya çıktığı “neolitik çağ” uygarlığın başlangıcı sayılıyor. Bu gelişmeden önceki avcı toplayıcı toplumlara barbar deniyor, yani medenileşmemiş veya ilkel olarak algılanan insanlar.
Acaba gerçekten sandığımız gibiler miydi ?
Barbarların toplumsal hayatına şöyle bir göz atalım; Avladıklarını, topladıklarını paylaşıyorlar, çocuklarının bakımını da paylaşıyorlar.
Bütün kabile üyeleri aileden sayılıyor. Toplumsal ve cinsel ayrımcılık yok. Doğaya ve hayvanlara saygıları büyük. Aşk ve arzu olabildiğince özgür. Çalışma sürelerini, emeklerinin getirilerini kendileri yönetiyorlar. Sanat yapıyorlar ve sanat hayatlarının önemli bir parçası.
“Uygarlık öncesi” bugünün “uygar” insanının hayallerini süsleyen, yazıp çizdiği ah böyle yaşamak vardı dediği ütopik bir dönem sanki.
Tarımla ve kentlerin kurulmasıyla başlayan uygarlaşma her şeyin tadını kaçırıyor.
Tahıla öncelik veriliyor, depolanması kolay ve vergi olarak kullanılıyor. Çünkü artık bir yönetici sınıf var. Devlet kuruldu geri kalan insanlar vergi veriyorlar. Yani bu yönetici denen sınıf diğerlerinin emeğinin üzerinden gücünü kazanıyor. Ortalık tahıldan geçilmeyince farelerde cirit atmaya başlıyor; beraberinde salgın hastalıklar geliyor. Din uğruna, sınırları genişletmek, güç kazanmak daha çok vergi toplamak uğruna savaşlar oluyor.
Bundan sonrasını aşağı yukarı hepimiz biliyoruz. Bu anlattığım zamanlardan çok sonra ta 1966 yılında bir konferansta avcı toplayıcı düzenin ideal bir “refah toplumu” olduğu konuşulmuş mesela.
Barbar dediğimiz bu insanlar çalışma dışındaki zamanları bir hayli bol olduğundan bolca aşk ve sanat yapıyorlarmış. Sandığımız gibi sefalet içinde değillermiş.
Fransız yazar sosyolog, antropolog ve filozof Georges Bataille Fransa’daki Lascaux mağaralarındaki 17.300 yıl öncesine ait Paleolitik resimleri incelediği “Sanatın Doğuşu” adlı kitabında, sanatı bu mağaralarda yaşayanların “hiçbir şeyden” icat ettiklerini sadece sanat yapmayı arzu ettiklerini yazmıştır.
Sanat bir oyun olarak icat edilmiş ve olağan hayattan uzaklaştırdığının, harika bir dünyanın kapılarını açtığının fark edilmesiyle ortaya çıkmış.
Hala barbarların bizden daha çok barbar olduklarını mı düşünüyorsunuz? İnsanların kanlarının emilerek, ruhlarının üzerinde tepinilerek elde edilen bir takım konforlardan yoksun yaşıyorlardı evet, fakat buradan bakınca oldukça özgür ve dolayısıyla mutlu görünüyorlar.
Bugüne dek çok yol kat edildi, yakında Mars’ta bir koloni kurulacak. Bir avuç zengin ve kötü insan para sayesinde tüm dünya üzerinde mutlak güç olmuş kan emerek varlıklarını sürdürüyor. Kanı emilip ruhu sömürülen diğerleri birbirlerine karşı giderek vahşileşiyor. Afrika’da açlıktan ölenler varken Mars’a turistik gezi yapmak isteyenler birbirinin üstünden atlıyorlar. Bu arada insancıklar ellerini 20 saniye yıkayınca yok olan bir virüsle ilacı bulunamadığından baş edemiyor, ölüyor. Bu virüs sahne almadan modern çağın, teknolojinin bize hediye ettiği ilacı bulunduğu halde piyasaya sürülmeyen kanser gibi bir hastalığımız da var, hala uğraşıyoruz. İlaç sektörünü baya iyi ayakta tutuyor kanser hastalığı. Bir yakınını veya tanıdığını bu hastalıktan kaybetmeyen yoktur sanırım.
Barbarların yediği o taptaze meyveleri, sebzeleri tüketemiyoruz artık.
Onların yediklerinin kalitesine birazcık yaklaştığını iddia eden fakat bunu kanıtlayamayan “organik” gıdalarımız var artık.
Yumurtaya, süte, yoğurda doğal demek zorunda kalıyoruz; daha doğal bir şey varmış gibi ne acı!
Ozon tabakamızda koca bir delik var, ciğerlerimize çektiğimiz hava kirli. Bir de milyonlarca evsiz varken bazıları saraylarda yaşıyor, bu böyle uzar gider.
Şimdi dönüp halimize bir daha bakalım; İnsanın temel içgüdüsü hayatta kalmak!
İşte bunun için giderek ruhsuzlaşıyoruz yoksa gerekenleri yapamayız, diğerlerine hassas olursak baştan kaybettik demektir. Din, savaşlar, ayrımcılık, kapitalist düzen gibi etkenler görünüş olarak değil elbette fakat ruhen mağarada yaşayan insandan çok daha ilkel bir hale getirdi günümüz insanını. Acımasızca, gözü bir şey görmeden duygudan ve sanattan uzak sadece hayatta kalmaya çalışan başka türlü bir canlı formu oluştu. Kendi emelleri uğruna doğaya saygı duymayan ve onu katleden aşka ve sanata hiç vakti olmayan ruhunu kaçtığı yerde artık bulamayan günümüz insanından bahsediyorum.
Bu söylediklerim üzerine sabahlara kadar konuşabilir, sayfalarca yazabilirim. Fakat şunu da biliyorum; Kimselerin söyleyeceklerimi dinleyecek, yazdıklarımı okuyacak zamanı yok.
Sokaktaki kedinin başını okşayacak, gökyüzüne bakacak zamanı da yok.
Asıl yazmak istediğim konudan sapmak istemiyorum, bu yüzden yukarıda bahsettiklerimin ucu açık, herkes kendince üzerine düşünüp bir takım sonuçlara varabilir.
Ben aşkın, sevginin bencil ve ilkel duygular arasında nefes alamıyor olmasından bahsedeceğim biraz.
Uygarlık öncesi ve sonrasındaki durumları kabaca anlatırken değinilecek yüzlerce konudan sadece biri belki. Ama en önemlisi!
Ruhumuzu doyuracak, yaşamımıza anlam katacak, insanlığı kurtaracak olan sevgidir çünkü, kaybedersek artık hiçbir şeyimiz kalmamıştır ve işte böylece insan en acımasız ve korkulacak canlı haline gelecektir, gelmektedir.
Hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz birçok şey aslında aynı oranda anlamsızlaştırarak fark etmeden yaşamımızı elimizden almakta. Buna en iyi örnek hepimizin elinden bırakmadığı akıllı telefonlar ve bu sayede damarlarımızda dolaşan internet. Telefonumuzu kapattığımızda özgürleştiğimizi hissediyor kuş gibi hafifliyorsak ortada yanlış bir şey var demektir. Hani hayatımızı kolaylaştırıyordu? Deniz kenarında boş boş oturup manzarayı seyretmek istediğimizde, arabamıza atlayıp her şeyden uzaklaşmak istediğimizde veya odamızda yatağa uzanıp tavanı seyrederken kendimizden uzak tutamadığımız o telefon bizi hep sobeliyor. Kısa bir süre kapattıysak ve maazallah birileri bizi arayıp bu durumu fark ettiyse büyük endişelere kapılıyorlar. Telefon neden kapalı? Kötü bir şey mi oldu? Oysa bir uzvumuz haline gelen bu portatif telefonlar icat edilmeden önce her şey çok daha basitti ve basit olan her zamanki gibi daha güzeldi. Kaçacak hiçbir yerimiz yok! İnternet bizlere ait verilerle dolu. Sosyal medya platformlarında, iletişim için kullandığımız whatsapp gibi uygulamalarda bizim bile unuttuğumuz bize ait bilgiler var. Her yandan kuşatıldık… Özgürlüğümüz, sevgimiz ve dolayısıyla mutluluğumuz elimizden alındı.
Ayrımcılık diz boyu, kapitalizmin modern köleleriyiz. Sadece topluma değil en çok kendimize yabancıyız. Sanata vakit ayırmıyoruz, birbirimize vakit ayırmıyoruz. Havada çok az sevgi var. Fakirler eziliyor, kadınlar eziliyor, kadınlar öldürülüyor. Görünen o ki kimse eğlenmiyor!
Şimdi bir düşünelim; Barbarlar bugün gelinen hali görseler…
Bazılarımızın sahip olduğu konforlu evlerimizi, musluklarımızdan şakır şakır akan sıcak ve soğuk suyu, soslu bonfilelerimizi, akıllı telefonlarımızı, uçaklarımızı, arabalarımızı… Ve fakat yalnızlığımızı, sevgisizliğimizi birbirimize karşı acımasızlığımızı…
Bilmem siz ne dersiniz???
Hüma SEVİM
humasevim02@gmail.com
HümaSEVİM/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 15 Mart 2021