Radyo Tiyatrosu
Şimdiki kuşak için Radyo ne ifade ediyor, bilemiyorum.
Bizim ve bizden önceki kuşak için esir olduğumuz tek medya radyo idi. O radyo ki bizim için kapalı bir eğlence kutusundan ziyade hoş bir tutkuydu. Sadece çocuklar değil yetişkinler de yanından ayırmazdı.
Eskilerin “ajans” dedikleri saatlerde büyükler başına toplanır sesini düğmesini biraz daha açarlardı. Çünkü en önemli ve ‘taze’ haber kaynağı Radyo’ydu…
Elbette ki günlük gazeteler ve dergiler vardı. Ama radyo sürekli akan sesten öte bir başka dünya sunardı. Bizler ilk tiyatroyu orada algılayan kuşağız. Çocukluğumda en keyifle hatırladığım anlarından biridir radyo tiyatrosu saatlerini beklemek…
Bilenler vardı muhakkak, radyo dünyası diye bir dergi çıkardı.
Çok çekici ve renkli kapağın altında radyo sanatçılarının haberlerini veren ve çok abonesi olan bir dergiydi zamanında.
Bugün büyüklerinize sorarsanız hala “ben biriktirdim” diyen bir eski nesil mutlaka vardır. Zaten benim hatırladığım kadarıyla orası meşhur olan veya olmak üzere olan radyo sanatçılarının yeriydi. Profesyonel fotoğrafçılarla verilen pozlar ile sanatçılara hayranlık artar. Ve böylece daha da bir merakla beklenirdi konser saatleri. Tabii nerede, elbette radyoda!
Eskiden ne sosyal medya ne de televizyon vardı. Bu zamanların çocukları okul ve ders saatleri dışında sokaktan, bahçeden eve girmek istemezdi. Erken eve geliyorsa ya düşmüştür, kanaması vardır ya da karnı acıkmıştır. Eve girildiğinde ise önce banyo sonra yemek ve uyku. İşte bu arada herkesin akşam saat 9 dolaylarında merakla beklediği bir şey vardı. Konu bu noktada dönerdi. Bu akşam hangi oyun, hangi oyuncular, oyunun yazarı gibi şeyler konuşulurdu. Bir de dua edilirdi, aman elektrik kesintisi olmasa. Cızırtı olmasa ve daha da mühimi gök gürültüsü gibi şeyler olursa tiyatronun sesi nasıl duyulacaktı? Mesela değerli tiyatrocu Kenan Işık’a hayranlığım ilk kez oradan sesini duymakla başladı. Zaman içerisinde de hayranlığım arttı. Ve diğer değerli tiyatrocular sesleriyle hikâyeyi bizlere geçirdiler. Sesler dışında hiçbir malzeme olmadan bir oyunu dinleyiciye geçirmek duygusu, bilmem anlaşılıyor mu? Kolay bir iş olmasa gerek..
Evde bizim tek büyük radyomuz vardı ve misafir geldiğinde annem yer yatağı sererdi. O radyoyu yer yatakların ortasına kurardık ve erkenden çocukluk düşlerimizle yatağa girerdik. Saati geldiğinde kalabalık oda susar, sadece tiyatrocuların oyununa dikkat kesilirdik. En ufak gürültü dahi rahatsız ederdi. Ve oyunu ne güzel canlandırırlardı ki hikâyenin içine girerdim. En çok da duyguyu veren sesler etkilerdi. Önümde yaşanıyormuş gibi. Gözümü kapatır, istediğim karakterden birinin rolüne girerdim. Onun yerine ben konuşurmuşum. Yanımda yatan uyarınca anlardım ki istemsizce oynuyorum. İlişkileri tam anlamazdım haliyle. Ama hep mutlu son beklerdim, diğer çocuklar misali.
Bazen sesler yükselirdi anlardım ki öfkeli bir durum devreye girdi. Bu sefer ortalığın kızışması uykumuzu kaçıracaktı, sadece dua etmek elimizden gelirdi. Ve dua ederdim. Birden olay düzelir gibi olurdu ama o da ne, yine bir gürültü kopardı. Bir şeyler dökülüyor, kırılıyor gibi. İyice uykum kaçardı o zaman. Yatakta bir sağa, bir sola dönüp dururdum ve her seferinde annem “hadi uyu artık, yarın okul var” derdi. Ben ise isteksizce uyur gibi yaparak, radyonun sesinin kesilmesine itiraz ederdim. “Sesini kısmayın, ben dinlemiyorum ki”
Radyo tiyatrosu gerçek tiyatrocularla yapılırdı. Sadece seslerle bize geçen hissin verdiği lezzet şimdi yok. Günümüz eğlence anlayışı ile o zamanlar arasında neredeyse uçurum var. O zamanların verdiği enerji daha kalıcıydı. Mesela ben akşam uyku öncesi yer yatağında dinlediğim oyuncuların seslerini asla unutmadım. Yerleşmiş kafama ki günümüz sanatçılarında da o sesleri arıyorum. Belki de sesten etkilenmem bu çocukluk anlarımdandır.
“Radyo tiyatrosu” bizlere başka bir değer daha verdi ki o da “yaratıcılık”. İlk defa kurgu nedir anlamaya çalıştım. İnsanlar, olaylar, ilişkiler ve kargaşa. Kargaşa olmaz ise heyecanın olmadığını fark ettim. Hayat heyecan istiyor! Ya başkaları yaratacak ya da siz. Hangisini seçerseniz ?
Bizler biraz da hayal etmeyi öğrendik. Çünkü hikâyenin sadece sesleri var. Bu sesleri ayırt ederek, aslında bizler detayları kuruyorduk. Tıpkı, görme engelliler gibi. Madem görüntü yok o halde neden bizler sahneyi oluşturmayalım. Bir de kişisel olacak, sadece biz görebileceğiz. İşte en heyecanlı yönlerinden biri, değil mi? Senaryonun yönetmeni sizsiniz. O halde gelsin, yeni hayaller, umutlar ve heyecanlar. İşte kurmaca!
Şimdi karşımdaki eski radyoya hüzünle bakıyorum.
Ne kadar da soluk ve bitkin görünüyor. Bir zamanlar başköşedeydi. Başımızın tacıydı. Dönemin Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Semahat Özdenses gibi sanatçılarının parladığı en önemli araçtı. Şu an radyonuz muhtemelen saklı bir yerlerde.
0Değeri varsa antikadır değilse bilinmeyen bir yerlerde…
Doç. Dr. Arzu BALOĞLU
DOÇ Dr. ArzuBALOĞLU/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 25 Şubat 2021