İstanbul Efsanelerinden
Yüzyıllar boyu Bizans’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’un kuruluşu M.Ö. 658 tarihine kadar çıkmaktadır.
Megaralı Vizas, Korint kanalından İstanbul’a gelmiş ve şehri kurmuştur. Megaralılar, önce Sarayburnu bölgesine yerleşmiş ve buranın çevresini surlarla çevirmişlerdir. Vizas’ın karısı Redelya‘nın da şehrin kurulmasında ve imarında emeği geçmiştir. Megaralılar, İstanbul’a geldikleri tarihlerde Kalkedon adı verilen Kadıköy yakasında yerleşme vardı. Burada Traklar yaşıyorlardı.
İstanbul kentinin kurulması hakkında eski kaynaklarda bazı efsaneler vardır. Bu yazımızda İstanbul’un kuruluş efsanelerinden bazılarını kısaca anlatacağız.
Hazreti Süleyman’ın İstanbul’u Kurması
İstanbul’un kuruluş efsanelerinin birisi, Hazreti Süleyman’la ilgili olanıdır. Efsaneye göre, insanların, cinlerin ve diğer canlıların kralı olan Hazreti Süleyman’a Okyanus Denizi’ndeki Frenduz Adası’nın kralı Sidon kafa tutmuş. Süleyman yeryüzündeki bütün insanları ve cinleri onun üzerine salmış ve onu halkıyla birlikte yok etmiş. Yalnızca Sidon’un güzel kızı Alina sağ kalmış. Alina, babası ve halkı yok olduğu için iki gözü iki çeşme ağlıyormuş. Onu Hazreti Süleyman’a getirmişler. Hazreti Süleyman ona ilk görüşte âşık olmuş ve kabahatin kendisinde değil babası Sidon’da olduğunu söylemiş. Alina’yı çok sevdiğini belirtmiş Alina da:
“Ben sizden dünyanın en güzel yerinde, dünyanın en güzel sarayını istiyorum”, demiş.
Hazreti Süleyman bütün cinlere, perilere kendisine dünyanın en güzel yerini bulmalarını emretmiş. Onlar da dünyanın en güzel yeri olarak İstanbul’un şimdiki Sarayburnu olan bölgesini bulmuşlar. Hazreti Süleyman Alina ile oraya gelmiş.
Alina: “Aman Allahım burası ne güzel bir yer”, demiş.
Hazreti Süleyman, cinlere, perilere emretmiş ve Alina’nın istediği sarayı burada yaptırmış. Yanında da şehir kurulmuş ve Hazreti Süleyman’ın dileği ile dünya durdukça mamur ve abat olmuş.
Yanko’nun İstanbul’u Kurması
İstanbul’un kuruluş efsanelerinden biri de, İstanbul’un, kısraktan doğan Yanko tarafından kurulduğunu anlatır. Ona, “Yanko ibn-i Madran” yani “Kısraktan Doğan Yanko” da denir. Yanko yeryüzünün en büyük dört kralından birisi imiş. Diğerleri Hazreti Süleyman, İskender ve Buhtunnasır’dır.
Efsaneye göre Yanko, bir gece geç vakitlere kadar eğlendikten sonra uyumuş. Uyanınca kendisini çok güzel bir yerde bulmuş. Denizin kenarında yemyeşil bir kıyı. Burası Sarayburnu imiş. Yanko burayı çok beğenmiş ve burada yaşamaya karar vermiş. Oturmak için büyük saraylar yaptırmış. Sonra da kendisine kafa tutan Buhtunnasır’ı Karaman’da yenerek onun hazinelerine de sahip olmuş ve:
“Hazreti Süleyman’ın yerini ve binalarını yaptıracağım” diye, İstanbul’u saraylar ve evler, bahçelerle donatmış.
Megaralıların İstanbul’u Kurmaları
Megaralılar, Delfi kâhinine giderek kendilerine havası, suyu ve toprağı çok güzel olan bir memleket göstermesini istemişler.
Kâhin onlara:
Körler Memleketi’nin karşısındaki yere gidiniz. Orası yeryüzünün en güzel yeridir”, demiş.
Bunun üzerine Atina’nın Korent Kanalı çevresinde oturan Megaralılar, bugünkü Kadıköy’ün yerinde olan Körler Memleketi’nin karşısına, yani Sarayburnu’na gelmişler. Megaralıların kralı Vizas burasını çok beğenmiş.
Etrafındakilere şöyle demiş:
“Bu kadar güzel yeri görmeyip karşısındaki yeri beğenenler ancak körler olabilir.” Bu nedenle onların memleketine, yani bugünkü Kadıköy’e, “Körler Memleketi” anlamında “Kalkedonya” denilmiştir.
Vizas’ın yönetimindeki Megaralılar, ilk saraylarını Sarayburnu yöresinde kurmuşlar ve giderek şehrin diğer yapılarını, yollarını, bahçelerini, anıtlarını yapmışladır.
İstanbul’un Adları
İstanbul kenti Selçuklular döneminden beri Türkler tarafından “İstanbul” olarak adlandırılmış olsa da tarihin çeşitli dönemlerinde değişik adlar almıştır. İstanbul’un en eski adı “Buzantion”dur. Bu ad daha sonra “Bizantion” şeklinde söylenmiştir. Bizantion adı kentin kurucusu olduğu söylenen “Vizas” ya da “Bizans”ın adından gelmektedir.
İstanbul’a Bizans döneminde önce “Secunda Roma” yani “İkinci Roma” adı verildi. Sonra bu ad “Nova Roma” yani “Yeni Roma” şeklinde değiştirilmiştir. İstanbul daha sonra “Konstantinopolis” adını aldı. Bu ad ortaçağdan sonra “Constantinople” şeklinde de söylenmiştir. Araplar İstanbul’a “Konstantiniyye” kısa bir dönem de “Bizantiniyye” adlarını vermişlerdir. Türkler İstanbul’u aldıktan sonra bir süre “Konstantiniyye” adını kullanmışlar, daha sonra kente başka adlar vermişlerdir.
İstanbul’un alınışına tarih düşmek için, yani belirli sayı değerleri olan harflerden türeyen isimlerle İstanbul’un alındığı tarihi ebedileştirmek bağlamımda “Dersaadet” adı da verilmiştir. Güzel, hoş belde anlamındadır. İstanbul daha sonra, “Mahruse”, “Deridevlet”, “Darüssaltana”, “Darüssaltanatüsseniye”, “Darüssaltanatülaliye”, “Asitane”, “Asitane-i saadet”, “Belde-i Tayyibe”, “İslâmbol” olarak adlandırılmıştır. “İstanbul” adı en yaygın olan ve günümüze kalan addır.
İstanbul sözcüğünün nereden gelmiş olabileceğini araştıranlar bunun İskitçe “Astan” ve şehir anlamına gelen “polis”ten geldiğini söylemişlerdir. “Astanpolis” zamanla “İstanbol” ya da “İstanbul” olmuştur. Kökeni ne olursa olsun “İstanbul” sözcüğü dilimize girmiş, Türkçeleşmiş ve günümüze gelmiştir. Antik çağın bir mirasıdır.
Not: Bu yazı Gazete İstanbul, Sayı: 12, Mart 2007, s. 10’daki yazının yeniden gözden geçirilmiş halidir. İstanbul’un 140 efsanesi için İstanbul Efsaneleri adlı kitabımıza bakılabilir.
Dr. Mustafa DUMAN
Dr. Mustafa DUMAN/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 28 Aralık 2020