Evde “Hayat” Var…
“Hayat” eve sığar dediler…
Sığdırabildik mi?
Koskoca hayat… Katlayıp katlayıp çekmecelere tıktığımız. Dali’nin tablosunda bedenden açılan çekmeceler misali… Kim bilir o çekmeceler bedenin “öz” e açılan hangi yaşanmış deneyimlerini saklamakta.
Pandemi günlerinde çoğumuz evlerimizdeki çekmeceleri teker teker önümüze döküp içindekilerle hesaplaşmalara giriştik. Yıllarca evlerimizin dip ya da baş köşesinde biriktirdiğimiz deneyimlerimizin, yüreğe tanıdık gelen umudun, acının, hüznün koleksiyonlarını bir müzayede salonundaki ekspertiz edası ile değerlendirmeye aldık. Neler saklamışız evlerimizde? Neler saklıdır evlerde?
Aşklar tabii ki… Sevdalar saklıdır evlerde. Sevgiliden ya da eşten alınan iki satır yazılı kartpostalda, ilk yüzükte, ilk kolyede, mesela kalpli olanda…
Şefkat saklıdır; koşulsuz sevgi saklıdır; bebeğini ilk kucağına aldığın, kalbini kalbinde hissettiğin bir filli battaniyede ya da örgü örtüde. Özlem vardır salon vitrininde; içinde yüzlerce kez zaman süzülen kırık gümüş çay süzgecinde.
Sevdiklerimizin sarılası gölgeleri vardır; yatak ucundaki anneannenden kalmış komodin abajurundan vuran ışıkta,
Hasret vardır; bayramlar vardır boğazımızı yakan keskin şekerde, el yapımı cam şekerlikte.
Gezgin ruhumuz vardır; gidilen her şehirden alınan küçücük çanların sesinde
Ya da denizlerden, okyanuslardan topladığımız taşta, kabukta, deniz kestanesinde.
Düşlerimiz saklıdır; her saksıda yeşeren bitkide, belki bir kılıç çiçeğinde, güne açtığımız her pencerede.
Emekler vardır; hergün köklensin diye suyunu, güneşini unutmadığımız “hayat ağacında”, sarmalanan örgü örtüde, yorgun sırta destek olan kırlentte.
Saygı vardır; başköşedeki baba koltuğunda.
Suskunluklar, tutkular, keder, ümit vardır, sözsüz paylaşılan; bir kilim motifinde, örgü perdede, oyada.
Korkular vardır çaresi bulunmuş; asılan mavi nazarlık boncuklarında,
üzerlik otunda.
Kimselerden habersiz yaşanan hüzünler vardır burnunun direğini sızlatan; eski bir bakır cezvede, ağır ateşte pişirilen kahvede.
Çekmeceler… derin mi derin, ağır mı ağır çekmekte zorlandığın, yeniden
düzenlemekten kaçındığın…
Çoktandır yenilenmedi hiçbir şey.
Değişim zamanıydı mekanımın.
Pek çok şey atılmalı, satılmalı,
değişmeli eskiler,
konmalıydı yerine pırıl pırıl,
moda olan yeniler.
Boyanmalıydı duvarlarım…
Daha mı canlı, daha mı soluk?
Kağıt mı? yok, en iyisi saten
Ama…
Durun, gidecek…
Gölgeler, üzerine düşen…
Oysa gözümün önünde işte;
Sen…Gölgelerden çıkıp gelen.
Değişmeliydi koltuk örtülerim. Daha mı büzgülü, daha mı düz?
Yoksa goblen mi? Belki daha sıradanı.
Ama…
Hayır, yok olacak…
Oysa belki de tek sakarlığı
külünün yaktığı iz…Babamdan…
Erkenden yitip giden yaşamdan.
Dursun yerinde perdelerim,
Belki kaç kez kaç kez aralayıp, yollar gözlediğim.
Kalsın dantel örtülerim,
Zamanları yaşayıp, hüzünleri birleştirdiğim.
Kalkmasın, kalsın halılarım…
Kim bilir kaç kez arşınlayıp, ayak izlerimi gömdüğüm.
Durun yerli yerinde, duvarlarım, yerlerim, eşyalarım.
Siz değil misiniz mekanımın yaşanmışlıkları?
Siz değil miydiniz mekanımın “ben”leri?
Evet, kesin siz olmalısınız
Zamanımın sessiz tanıkları…
Kalmalı yerinde hüzünlerim,
aşklarım, sevinçlerim.
Durmalı dokunanların parmak izleri,
gitmemeli ruhum,
düşünmemeli başka yeri.
Tam sakladığım yerden bulmuşken “ben”i.
Corona karantina günlerinde biz evlerimize kendimizi hapsederken koca bir hayatı yeniden evin sahibi yapıp, evlerimizde saklı “kendimizi” bulduk. Hayatımız evde başköşede oturuyor artık, iyisi ile kötüsü ile kabul ettiğimiz. Yüreğimiz herkesle ve hayatla barışık, kol kola geziyor, geçmişle bağlarımızı sorgularken. Ruhumuz özgürlüklere umutla kanat çırpıyor,
hayatı evde yaşarken. Corona günlerine kadar evlerin misafiriydik, şimdi ise sahibi olduk.
Prof. Dr. Y. Mimar Hale TURGAY GEZER
Marmara Üniversitesi, GSF Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Y. Mimar Hale TURGAY GEZER/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 16 Kasım 2020