BÜYÜKLER İÇİN MASALLAR VE KIZ KULESİ
Bir varmış bir yokmuş, hangisi olduğunu bilmediğimiz bir ülkenin kral ve kraliçesi uzun yıllardır hayal ettikleri bebeklerine en sonunda kavuşmuşlar. Nur topu gibi güzeller güzeli kız bebekleri için kral sevinç içinde bir şenlik düzenlemek istemiş. Masal bu ya tam 12 tane peri davet edilmiş. Şenliği organize eden her kimse? büyük bir hata yapmış kötü yürekli cadıyı davet etmeyi unutmuş (büyük gaflet?). Periler… işte adı üstünde harika dileklerde bulunuyorlarmış, sıra 12. periye geldiğinde ise cadı hiddetle şenliğin ortasına dalıp kendi dileğini söylemiş; Prenses 15 yaşına geldiğinde eline iğne batacak ve ölecek! Deyip çekip gitmiş. Kral ve kraliçe perişan tabi, imdatlarına 12. peri yetişmiş çünkü o henüz dileğini söylememişmiş. Kötü büyüyü bozamam ama değiştirebilirim deyip; Prenses ölmeyecek fakat 100 yıl uyuyacak (keşke süreyi biraz daha kısa tutsaymış ?) diyerek durumu toparlamış. Bu klasik bir Avrupa masalı olup, ilk kez 1697’de Charles Perrault’un kaleme aldığı “Uyuyan Güzel” adlı eserin devamında, alınan tüm önlemlere rağmen prensesin eline iğne batıyor ve onunla birlikte tüm saray 100 yıl uyuyor. Sonunda prensin biri gelip prensesi öpüyor, uyanıyor evleniyorlar ve hayat kaldığı yerden devam ediyor.
Uyuyan Güzel’le ilk tanıştığımda çok sevmiştim (henüz okuma dahi bilmiyordum, annem bana okumuştu?) Yıllar sonra (çok çok sonra?) bu masalın Kız Kulesi’nde bir yılan tarafından sokulup ölen prensesle ne çok benzerliği olduğunu fark ediyorum.
Sene çok eski… İstanbul henüz Byzantion, krallardan birinin kızı oluyor. Fakat kral ve kraliçe mutluluklarını yaşamaya fırsat bulamadan bir kehanet atılıyor ortaya; Prenses 18 yaşında bir yılan tarafından sokularak ölecekmiş! Bunu duyan kral denizin ortasındaki kuleyi (Kız Kulesi?) onartıp prensese layık bir hale getiriyor ve kızını buraya gönderiyor. Alınan tüm önlemlere rağmen, kuleye bir şekilde sokulan üzüm sepetinin içinden çıkan yılan prensesi sokuyor ve prenses ölüyor. (Eline iğne batarak uyuyan güzelle ne çok benziyor ?) KÖTÜ SON
Kız Kulesi İstanbul’un en çok bahsedilen, şehrin fotoğrafı deyince akla hemen hemen ilk gelen fakat aynı zamanda hakkında en az kesin bilgiye sahip olunan yapısı. Bu harika kuleden ilk kez M.Ö. 400’lü yıllarda bahsedilmiş. Kulenin bu dönemde İstanbul Boğazı’nı denetim altında tutmak için yapıldığı düşünülüyor. Osmanlı döneminde ne Fatih Sultan Mehmet ne de diğer padişahlar burayı savunma amaçlı kullanmamışlar. Fakat Sultan 1. Abdülhamid gayet mantıklı bir şey yapmış bir gece Kuleye gidip rüzgar ve dalga sesleriyle sabahlamış.?
Şimdi pandemi ve karantina ile tanışan bizler için enteresan bir diğer bilgi ise, 19.yy’da İstanbul’da yayılan veba salgınında Kız Kulesi’nin hastaların tecriti için kullanılmış olduğu.
Battal Gazi Selçuklu Döneminde Üsküdar tekfurunun kızına aşık oluyor. Kendisini kızına layık görmeyen tekfur evladını Üsküdar yakınında adanın üstündeki kuleye hapsediyor (Kız Kulesi?). Fakat Battal Gazi çetin ceviz olduğundan kızı kuleden kaçırıyor. Karaya ayak bastıklarında sevdiğini atının arkasına atıp gözden kayboluyor. O gün bugündür İstanbullular şöyle diyorlar; Atı alan Üsküdar’ı geçti ? . MUTLU SON
Zaman Yunan Mitolojisi kadar eski; Kulenin (Kız Kulesi?) bugün bulunduğu yerde Afrodit tapınaklarından biri bulunuyormuş Hero burada yaşayan bir rahibeymiş. Leandros adlı genç Hero’ya aşıkmış. Her gece Üsküdar’dan adaya Hero’nun yaktığı ateş sayesinde yolunu kaybetmeden yüzerek geçiyor sonra sabah olunca geri dönüyormuş. Efsane bu ya Hero’nun adada yaktığı ateş fırtınalı bir gecede sönmüş. Leandros yolunu kaybedip boğulmuş. Sevgilisinin öldüğünü duyan Hero’da kendini sulara atarak intihar etmiş. KÖTÜ SON
Hep diyorum ya ister mutlu sonu olsun ister kötü, masallar ve efsaneler anlatmak çok kolay İstanbul’da. Kız Kulesi şehrin Roma döneminden kalma tek mimari eseri. Yunanlılar, Romalılar ve Osmanlılar farklı farklı efsaneler anlatmışlar ve kuleye farklı isimler vermişler.
Kız Kulemiz yapıldığında henüz Galata Kulesi yokmuş. Salacak sahilinde oturup kendisini seyreden sevgilileri gördükçe büyük bir yalnızlık ve hüzün hissedermiş. Bir gün karşısına yakışıklı Galata Kulesi dikilmiş. İlk görüşte aşık olmuşlar birbirlerine. Fakat imkansız bir aşkmış bu, öyle ya biri karada biri denizde sevgililerin. Nasıl kavuşuruz diye düşünürlerken Hazerfan Çelebi çıkıvermiş Galata Kulesinin tepesine. Bu aşkın çaresizliğine dayanamamış, Galata Kulesinden aşkını dile getiren mektuplar yazmasını istemiş. Hazerfan Çelebi almış mektupları atlamış kuleden. Rüzgar çok kuvvetliymiş mektuplar dağılmış Boğaz’ın dört bir yanına, Kız Kulesi okuyamasa da Galata Kulesinin aşkını anlamış ve o da martılarla şarkı söyleyerek dile getirirmiş aşkını o gün bugündür. ?
Evliya Çelebi; “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak (demek Salacak’tan ok atımı uzaklıktaymış ?), dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşundur. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki tarafına bakan yerde kapısı vardır. “ şeklinde tanımlamış bu harika yapıyı.
Antik çağda Arkla (Küçük Kale) ve Damials (Dana Yavrusu) adlarıyla anılan kuleye daha sonraları Leandros’un Kulesi denmiş. Şimdilerde şehrin baş yapıtlarından biri olan Kız Kulesi taşlarının tanıklık ettiği sırlarla hala muhteşem görünüyor.
Her İstanbullunun ona bakarak kendi masalını yazabileceği kadar gerçek ve dimdik ayakta, bir o kadar da hayal gibi bir kule, KIZ KULESİ. Galata Kulesi ise karşısında onu hayranlıkla izleyip martıların şarkısını dinliyor hala.?
Hüma SEVİM
humasevim02@gmail.com
HümaSEVİM/kentekrani
www.kentekrani.com 29 Ağustos 2020