FELAKET ZATEN HEP BURAYI BULUR
Doğu Karadeniz Bölgesi ülkemizin en ilginç coğrafyasına sahiptir diyebiliriz, dağlarla deniz arasına sıkışıp kalmış toprakları coşkun derelerin aktığı vadiler böler. Bu bölgede TRT muhabir olarak görev yaptığım yıllarda, çok sayıda heyelan, sel ve dev kayaların düşmesi sonucu yaşanan felaketlerin tanığı oldum. Kayıplarını dere kenarlarında, günler ilerledikçe Karadeniz kıyılarında kayalıkların arasında, dere ağızlarında arayan insanların acısını gözlerimle gördüm.
Yanılmıyorsam 1983 yılı olmalı. TRT Trabzon Haber Bürosu’nda günlük rutin haber işleriyle uğraşırken, Rize’den bir haber geldi. Kalkandere ilçesinde büyük bir sel felaketi yaşanmıştı. Hemen hareket ettik, hava sıcaktı. Trabzon Kalkandere arası bir saat bile değildi. Sel bölgesinde sular içinde kalacağımızı düşünüyorduk. Olay yerine vardığımızda derenin sakin sakin aktığını görünce şaşırmıştık. Oysa 30’un üzerinde kayıp vardı. Çay bahçeleri, ekili alanlar yok olmuştu, yüzlerce hayvan sel sularına kapılmıştı. Yöre birkaç saat içinde inanılmaz yağış almış, dağlardan inen yağmur suları ve çamur, önüne gelen ne varsa denize sürüklemişti. Karadeniz daha da kararmış, hayvan leşleri ve ağaç kütükleri, çalılar denizin üzerini kaplamıştı.
O dönemde dere kenarlarındaki yapılaşma yine günah keçisiydi. Ancak asıl önemlisi yöre halkının, çay bahçesi kazanmak için orman alanlarında akıl almaz kesim yapmasıydı. Görev yaptığım yıllarda ne devletin, ne de yerel yönetimlerin yasadışı ve doğa karşıtı hiçbir eylemle doğru dürüst mücadele etmediğinin tanığıyım.
O bölgede halk yapar, devlet göz yumar. Böyle gelmiş böyle gidiyor.
Aslında bölgenin kırsal insanı toprağa çok değer verir, toprak azdır çünkü. Trabzon’un Çaykara ilçesinde Nisan-Mayıs aylarında dere sularının getirdiği bereketli toprakları çuvallarla toplayıp, sırtında taşıyarak yamaçlarda küçücük sebze bahçesi oluşturan insanları haber yapmıştım. Toprak bölge için nimettir. Ancak yıllar ilerledikçe dere ve göl kenarlarına yaylalara yazlık ve kışlıklar yaptırmak burada da moda oldu. Derelerin akışı değişti, üstüne üstlük devletin de yanlış Hidro Elektrik Santralı(HES) projeleri de doğal dengeyi bozdu. Uzmanlar zamanında uyarmıştı; dağlardaki kar sularının toplanacağı yeraltı santralleri yapılsaydı (elbette 200 tane değil!) pahalı olurdu ama bölgeyi de kurtarırdı. Dere kenarları da ‘Doğal Koruma Alanı’ ilan edilir, çivi bile çakılmasına izin verilmez sorun kalmazdı. Sel yine olurdu ama sonuçları bu kadar ağır felaket kaydına düşmezdi.
FELAKET BU KEZ GİRESUN’U VURDU
Yağmur, sel ve de çamur bu kez Giresun yöresini vurdu. Devletin üç bakanı da felaket bölgesine ulaşmış, Ülkenin torak ve tarımdan sorumlu bakanı suçu yine dere kenarlarındaki yapılaşmaya atmış, çok doğru. Düzensiz akan derelerin kenarına ahşap, taş tek katlı evleri geçtik, apartmanlar yapılmış. Peki, bu durumu kim engelleyecekti? Devlet ve yerel yönetimler bu duruma ‘DUR’ diyemez miydi?
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde neredeyse 50 yıldır çarpık yerleşim politikaları bu sonuçları doğuruyor. Rüzgarın, suyun önü kesiliyor, deniz kıyıları plansız dolduruluyor. Planlama kavramına çok uzak olan iktidarların ve yerel yönetimlerin yol açtığı felaketlere kısa süre ağıt yakılıyor, sonra her şey unutuluyor.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nin kaderi bu. Küresel ısınma bu felaketleri daha da arttıracak. Hazırlıklı olun…
Cengiz ERDİL/Gazeteci
CengizERDİL/kentekrani
www.kentekrani.com 23 Ağustos 2020