İstanbul’un Sülünü.
Bir adam düşünün, hayatını dolandırıcılıkla kazanıyor fakat hapishanede “Alın Teriyle Yaşamak” adlı bir konferans veriyor. Tam da buraya hangi emoji gider bilemedim, aklınızda bir iki tane şekillenmiştir. ?
İstanbul birçok dolandırıcıya ev sahipliği yapmış, ve hala yapmakta olan bir şehir elbette.
Bunlar içinde en fazla ses getirenlerden biri, benim onu gören ve tanıyan bir tanıdığımdan da dinlediğim kadarıyla asıl adı Osman Ziya Sülün olan; kısaca Sülün Osman diye bilinen zat.
Sülün Osman, İstanbul sokaklarında hiçbir zaman kolasız gömlekle görülmemiş, bir beyefendidir. Bir ortama girdiğinde başındaki kasketten ayağındaki ayakkabıya kadar son derece şık ve dikkat çekici, en önemlisi de güven telkin eden biriymiş. Boynuna her zaman göz alıcı renklerde fularlar takan kahramanımız, 1923-1984 yılları arasında yaşamış; yani, Boğaz Köprüsünü satmaya yetecek kadar zamanı olmuş.
Öyle İlginç bir görüşü var ki, insanı şöyle bir başını ellerinin arasına alıp düşünmeye itiyor. Bir tür ölende mi öldürende mi kabahat dediğimiz türden beyin yakan şu sözü örneğin; “Ben dolandırılmayı hak etmeyen kimseyi dolandırmadım…!” Ve ekliyor, ”Benim dolandırdığım insanlar, hep kolay yoldan para kazanmak isteyen insanlardı.” Dedim ya, insanı düşünmeye itiyor, ne yaptığını iyi bilen biri.
Bir bakalım neler yapmış, hala konuşuyoruz çünkü. Mesela, Sülün Osman birkaç arkadaşıyla birlikte Dolmabahçe Sarayı’nın önüne gidip beklermiş. Etraf kalabalıklaşınca arkadaşlarına saatlerini ayarlatır sonra da onlardan saat ayarlama parası alırmış. Duruma anlam veremeyen insanların arasından bir süre sonra dayanamayıp “Ne yapıyor bu adam?” diye soranlar oluyormuş elbette. Ardından “Ne kadar kazanıyorsun?” sorusu geldiğinde her şey için çok geç oluyormuş. ?
Oldukça yaratıcı bir zekaya sahipmiş, önce Taksim Meydanı’na paspas serip ordan geçenlerden “Burası benim” diyerek para alıyor, daha sonra “Ne kadar kazanıyorsun?” diyenlere komple Taksim Meydanı’nı satıyormuş. ? Galata Kulesi’ni satmaya da yeltenen kahramanımız mahkemede kendisini; “Kusura bakma hakim bey. Memlekette Galata Kulesi’ni satın alacak eşekler olduğu sürece ben bu kuleyi satarım.” diyerek savunmuş.
Sülün Osman’la ilgili birçok kaynak bulabilirsiniz, Yeşilçam Filmlerine de konu olmuştur. Bir kitabında kendisinden bahseden Aziz Nesin’e, gurunun incindiğini öne sürerek dava açmışlığı vardır.
Aslında yargılamayı bir kenara bırakıp, geriye çekilip ve gözlerimizi kısıp büyük resme bir baksak kendimizi Sülün Osman’ı bazı bakımlardan takdir ederken bulabiliriz. Evet, evet gözlerinizi kaçırmayın, bakın bu şık giyimli adam tramvay, Galata Kulesi, kent meydanlarındaki saatler, şehir hatları vapurları gibi kamu mallarını saf vatandaşlara ‘satarak’ ya da ‘kiraya vererek’ efsane haline geldi. Elbette yaptığı işler doğru demiyorum, söylemek istediğim bunları gerçekleştirebilmek için sahip olduğu vasıfların ona kattığı tuhaf ışıltı.
Şöyle bir düşünelim, ilk önce zeki biri olmalısınız, iyi bir hitabet yeteneği şart, insan tanımalısınız kimi kandırabileceğinizi bilmelisiniz. Boynuna taktığı renkli fularlarıyla o zamanın İstanbul’unda şıklığıyla dikkat çeken Osman, Beyoğlu’nda Mis Sokak’ta bolca vakit geçirirmiş. Birinci ağızdan dinlediğim kadarıyla, kendisi sevilen genelde pek fazla konuşmayan, oldukça nüktedan biriymiş. Birçok günlerini Mis Sokak’taki Cihan Barış Kıraathanesi’nde pişpirik oynayarak geçirirmiş. Birinci ağız diye söz ettiğim, kendisini şahsen görmüş hatta pişpirik oynamış olan arkadaşımın babası. O zamanlar, yetişme çağında bir delikanlıymış, Sülün Osman’ı hayranlıkla izlermiş. Asıl enteresan olan ve Sülün Osman’ın sanatını icrasındaki başarısını derinden hissettiren, tanığımızın; ”Biz çok severdik Sülün Osman’ı, bir dolandırıcı olduğunu daha sonra öğrendik, sanırım bizimle pişpirik oynadığı günlerde böyle bir şey yapmıyordu, hiç sanmıyorum.” demesiydi. Oysa tarihler Sülün Osman’ın, sanatını icra ettiği zamanları gösteriyor. 1984 yılında bir otel odasında ölü bulundu Osman Ziya Sülün. İstanbul’un tüm tarihi boyunca ağırladığı ve ağırlamaya devam edeceği nice enteresan insandan sadece birisiydi. Otuzlu yaşlarının başında oturduğu evin sahibini dolandırmaya karar verdiği o ilk gün, bugün hala burada onu anlatıyor olacağımızı rüyasında görse dahi inanmazdı sanırım.
Sülün Osman’ı burada bir kez daha anarken konuya bir de bilimsel açıdan bakalım. Kendisi gibi diğer insanları dolandıran bireylerin yetiştiği çevre ve aile ortamının bu duruma zemin hazırladığı gözlemlenmiş. Bu bir hastalık olmaktan çok uzak bir durum, kişide zevk, haz alma gibi duyguları hareket geçiriyormuş. Bu açıdan bakıldığında dolandırıcıların biyolojik mekanizmaları, bağımlılardaki mekanizmalara benzemekteymiş. Bu durumda dolandırıcılığa bir çeşit bağımlılık türü olarak bakabiliriz. Bu kişilerin en önemli özellikleri oldukça yüksek ve şişirilmiş ego yapılanmasına sahip olmalarıymış. Bu sayede oldukça ikna edici olabiliyorlarmış.
Şimdi biraz daha net görebiliriz hani kısmış olduğumuz gözlerimiz var ya, açabiliriz onları.? Sülün Osman’a selam olsun.
Huma SEVİM
humasevim02@gmail.com
HumaSEVİM/kentekrani
www.kentekrani.com 14 Temmuz 2020