Yaratıcı İstanbul (!)
Bu hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, göreve geldikten sonraki bir yıl içerisinde yaptığı icraatları anlatan bir toplantı düzenledi. Elbette Ekrem İmamoğlu’nun anlattığı icraatlar bağlamında eleştirilecek ya da takdir edilecek birçok husus vardır. Ancak benim takıldığım yer, İmamoğlu’nun sunumundan çok sunumun sloganı oldu.
“Adil, Yeşil ve Yaratıcı İstanbul Yolunda 1. Yıl” olarak belirlenen sloganda özellikle de yaratıcılık kavramı oldukça dikkat çekici. Geçtiğimiz yıl seçim kampanyasında da İBB Başkanı’nın en çok öne çıkardığı unsurlardan biri “Yaratıcı İstanbul” olmuştu.
Bir süre ABD’de de bu konu üzerine çalışma fırsatı bulduğum ve geçtiğimiz yıllarda da İstanbul’da yaratıcı ekonomi ekosistemi üzerine yayın çalışmalarında bulunduğum için, bu alanda yapılan icraatlara bir göz atmak ve değerlendirmelerimi de sizinle paylaşmak istedim. Ancak bu değerlendirmeye geçmeden önce “Yaratıcı şehir” nedir kısaca anlatayım.
Yaratıcı şehir kavramının ilk tartışılmaya başlandığı yıllar 1990’lar. Özellikle imalat sanayi sektörlerinin ucuz iş gücü arayışı nedeniyle gelişmiş ülkelerden, Çin gibi gelişen ülkelere doğru kayması ve hizmet sektörlerinin bu ülke ekonomilerinin ana lokomotifi haline dönüşmesi bu konseptin öne çıkmasında önemli bir etken oldu. Bu konuyu ilk yazan akademisyenlerden biri olan Avustralyalı David Yencken, yaratıcı şehri adil, etkin hizmetler sunan ve bu iki özellik dışında bir o kadar da hemşehrileri arasında yaratıcılığı destekleyen ve içinde yaşama tatmini ve deneyimi sunan şehirler olarak tanımlıyor.
Bu özelliği başarılı bir şekilde taşıyan kentler ise bugün ekonomilerde en önemli katma değeri sağlayan “Yaratıcı emek” için çekici kentler olabiliyor. Böylelikle bu şehirlerde beşerî sermayenin yaratıcılığına dayalı kültür endüstrileri, tasarım, yazılım vs. gibi katma değeri yüksek “Yaratıcı endüstriler” de daha hızlı gelişme olanağı buluyor. Sonuç olarak bu niteliğe sahip insanların yaşamak üzere bu kentlere gitmesi ve katma değeri yüksek bu sektörlerin hızlı bir şekilde gelişmesi, ekonomik açıdan da kentlerin gelişimini hızlandırıyor.
Mesela Silikon Vadisi’nin içinde bulunduğu ABD’nin San Jose kenti bu konuda yapılan araştırmalarda en yaratıcı şehir olarak öne çıkıyor. Dünyaca ünlü Silikon Vadisi’nin yarattığı ekonomik değerde kentin yönetiminin de büyük katkısı olduğunu gösteren güzel bir örnek bu! Paris, Berlin, Amsterdam, Londra gibi kentler de son yıllarda Avrupa’da öne çıkan şehirler.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde kentlerin, “Yaratıcı şehir” konseptinin ekonomik gelişimdeki rolü nedeniyle, bu dönüşümün sağlanabilmesi için çok fazla girişimde bulunuluyor. Bu girişimler de genellikle yerel yönetimler ve yerel ölçekte iş dünyası tarafından koordine ediliyor.
Avrupa Komisyonu’nun bu çerçevede, tüm Avrupa şehirlerini değerlendirdiği bir endeksi de her yıl yayınladığını not edelim.
Yani özetle günümüzde artık kentler ekonomik kalkınmanın dinamosu haline gelmiş durumdalar.
Bunun da hızlı bir şekilde sağlanması için yüksek katma değer üreten, bilgi, teknoloji ve yaratıcılığı baz alan sektörleri ve bu sektörlerin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını çekmek zorundalar. Bu da ancak ve ancak kentin bu insan kaynağının beklentilerine cevap verebilecek özelliklerle dolu olmasıyla mümkün.
İşin tanım kısmını çok uzatmadan asıl soruya geçelim? İstanbul bu noktada “Yaratıcı bir şehir” olarak tanımlanabilir mi? Ya da İBB Başkanı İmamoğlu’nun da dediği gibi bu yolda ilerlemekte midir? Elbette bu satırlara sığmayacak kadar kapsamlı bir tartışmadan bahsediyoruz. Önümüzdeki haftalarda.
Avrupa Komisyonu’nun yaptığı çalışmayı da baz alarak daha detaylı bir şekilde değerlendirme yapmaya çalışacağım. Bu giriş yazısında ise sadece bu konuda önemli çalışmalar yapan Richard Florida’nın 3T modeli üzerinden kısaca yorumlayalım. Florida, yaratıcı bir kentin Yetenek (Talent), Teknoloji ve Hoşgörü (Tolerans).
“Yine ekonomist Richard, Florida’ya göre teknolojiyi parasını öder alırsın. Yeteneği (ikinci T=Talent) parasını öder alırsın. Ama hoşgörü (üçüncü T=Tolerance), parayla alınıp satılamaz. O, “Hava” gibidir.
Görünmez. Sadece hissedilir.”
Dolayısıyla yetenek ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bireysel özgürlüklerin sınırlandığı, farklı yaşam biçimlerine saygının ve hoşgörünün azaldığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün her geçen gün sorgulandığı kentlerin yaratıcı kente dönüşmesi bir hayli zor görünüyor. Türkiye’nin son dönemde içinden geçtiği süreç de maalesef İstanbul’u birkaç yıl öncesine kadar ülke içinden ve dışından insanların yerleşmek ve çalışmak için can attığı bir şehir olmaktan çıkarıp, tam tersi bir noktaya doğru götürüyor. Bu da İstanbul’u bu ligde hak ettiğinin çok altında bir yere taşıyor.
Bu sonuca işaret eden verileri ve İBB Başkanı İmamoğlu’nun bu konuda son bir yılda yaptıkları ve yapmadıklarının değerlendirmesini de bir sonraki yazıya bırakalım.
Doç. Dr. Oğuz DEMİR/Akademisyen
İstanbul Ticaret Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü Öğretim Üyesi
AB Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü
Dijital Ekonomi ve Pazarlama Anabilim Dalı Başkanı
ooguzdemir@gmail.com
OğuzDEMİR/kentekrani
www.kentekrani.com 12 Temmuz 2020